Selim Kaplan

Selim Kaplan

Yüz yıldır aynı boyda pantolon giyiyoruz

Yüz yıldır aynı boyda pantolon giyiyoruz

Anne ve babalar çocuklarının büyümesindeki anormalliklerive büyüme geriliklerini, çocuklarının pantolon ve etek boylarının 2 yıl aynı kalması veya ayakkabı numarasının değişmemesi gibi durumlarından hemen fark ederler.

Ayrıca, anaokuluna veya ilkokula başladığında, çocuğun boyu yaşıtlarına göre kısa ise bu da büyüme geriliğine işaret olabilir.

Bu tür durumlarda en doğru davranış, çocuk doktoruna başvurup, büyüme geriliğine sebep olan sorunları tespit ettirip,çocuklarımız için doğru olanı yapmaktır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin doğumu sayılan 23 Nisan 1920’deki TBMM’nin açılışından bu yana 104 yıl geçti.

Devletimizin geçen yüz dört yılına göz atıp, akranlarına oranlane kadar geliştiğini değerlendirip, geleceğimize bakalım dedik?

29 Ekim 1923’te, adına Türkiye Cumhuriyeti Devleti deyip, yeni bir devlet kurduk.

Hemen sonrasında, yeni devleti oluşturan dili, dini, ırkı farklı tüm unsurların mutabakatı ile kabul edilen 1921 anayasasınıbeğenmeyip, ana fikri tek millet olan 1924 anayasasını yürürlüğe koyduk.

Tekli anayasanın yürürlüğe girmesinden yüz yıl sonra dageldiğimiz nokta, darbe anayasalarının yerine, yeni ve demokratik bir anayasaya ihtiyacımız olduğudur.

Yüz yıl önce, anayasa değişikliğinden sonraki ilk uygulamamız, Halifelik sistemi ve eğitim ile sosyal hayatımızı sarmış cemaatlerin tekke ve zaviyelerinin kapatılması olmuştu.

Doksan yıl sonra ise 15 Temmuz 2016’da bir cemaat, devlete darbe yapabilecek güce erişiyor ve yüz yıl sonra, hala Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde, devletin kurumlarının cemaatlerin kontrolünde olduğundan ve tarikatların okullara girdiğinden söz ediyoruz.

1925 -1940 yılları arasında, Devletin temel sorunu Kürt meselesi iken, bundan yaklaşık yüz yıl sonraki günümüzde,yine temel ve çözülmesi gereken sorunların en önemlilerindenbirinin Kürt meselesi olduğunu söylüyoruz.

1930’lu yıllarda, Devletin dış siyasetindeki önemli sorunlarından bir tanesi, Hatay ve dolayısıyla Suriye meselesi idi.

Günümüz Türkiye’sinin de dış sorunlarının önde geleni Suriye meselesidir ve sorunu çözmek için adeta muhataplarımıza yalvaracak, uzlaşı için araya Rusya gibi hatırı sayılır devlet adamlarını sokacak duruma geldik.

1920’deki Devletin kuruluş mantığındaki ilk şart, başkadevletlerin ”manda ve himayeleri kabul edilemez” idi.

Buna rağmen, 1950’li yıllardan itibaren, başta eğitim sistemimiz olmak üzere ekonomik, siyasi, askeri, dış siyaset ve hatta milli istihbarat sistemimizle(1980’li yıllara kadar bir kısım MİT mensuplarına CIA’nin maaş ödediği bazıbürokratların beyanında mevcuttur) NATO ve dolayısı ile ABD’nin güdümüne girdik.

Siyasilerimizin Devleti derin devletin çizgileri doğrultusunda yönetememesinden dolayı(!), yönetim şekillerini beğenmeyip 1960, 1972 ve 1980 askeri darbeleri ile devletin kurumlarına yeni anayasalar yaparak, yeniden ve yeniden ayar verdik.

Yüz yıldan fazla zamandır, tekrarını yaşadığımız sorunlara dair, daha fazlasının olduğuna inandığım örnekleri varın siz düşünün.

Vatandaşının faziletine, coğrafyasının değerlerine, tarihinin öğretmenliğine, sahipliklerinin erdemine ve milletinin gücüne güvenmeyen devletin, korkuları ile atacağı adımların kalıcılığı da olmayacaktır.

Paylaştığımız ve okuyucuların da ekleyebileceği birçok örnek dolayısı ile bu günlerde kuruluşunun 101’inci yılını kutladığımız Cumhuriyetin, geçen bunca zamana rağmen,gelişim geriliği yaşadığını ve pantolon boyunun uzamadığını, ayakkabı numarasının değişmediğini söylemek mümkündür.

Devletin gelişim geriliğine çare; çocuklarımızın gelişim geriliği yaşadığında olduğu gibi, tedavi için doktora gitmektir.

Biz bunu, memleketimiz işgal altında, ordularımız dağıtılmış, millet fakir ve on yıldır süren savaşlar dolayısı ile bitkin halde iken, doktora giderek, milletçe küllerinden yeni bir devlet yaratarak gösterdik.

Geçmişte olduğu gibi, Devletin yüzyılı aşkın süre içinde, gelişimini engelleyen kronik sorunların çözüm adresi, doktoru ve şifa göstericisi olan milletidir.

Tarihin her döneminde ve her coğrafyasında, milletlerinin sahip oldukları dili, dini, ırkı, rengi ve cinsiyetlerini ayırt etmeksizin özümseyen, varlığını her bir vatandaşın mutluluğu ve refahını amaç edinerek yaşayan devletler, gelişip büyümüşlerdir.

Her birimiz, günümüz dünyasında, bununla ilgili birçok örnek devlet sayabiliriz.

Devletler de insanlar gibidir.

Nasıl ki gelişim geriliği yaşayan çocuklar, kendilerine oranla daha fazla gelişmiş akranları tarafından itilip kalkılır iseler, gelişmeyen devletler de gelişmiş devletler tarafından itilip kalkılır ve hatta onlardan sürekli dayak yerler.

İsrail’in sürekli bombalamasına rağmen, Suriye ve Lübnan’ın cevap verememesinin acizliği, buna verilebilecek en canlı ve güncel örnektir.

Gelecekte, Suriye ve Lübnan benzeri acizlik yaşamak istemiyorsak, yüzyıldan fazla zamandır, devletimizin gelişimini engelleyen “Tekçilikten vazgeçip” dili, dini, ırkı rengi ve cinsiyetinin ayırımını yapmaksızın, tüm vatandaşlarımızın mutluluk ve refahını amaç edinmiş bir devlet anlayışı ile ülkemizi idare etme, gelişimini sağlamamecburiyetimiz vardır!

Yüz yıldır gelişememek ve yerimizde saymaktan dolayı, aynı boydaki pantolonu ve aynı numaralı ayakkabıyı giyiyoruz(!)

Milletçe daha iyisini hak etmiyor muyuz?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selim Kaplan Arşivi
SON YAZILAR