Yahya ÖGER

Yahya ÖGER

SİYASETİN SOKAK DİLİ: TOPLUMSAL YOZLAŞMA, KUTUPLAŞMA

SİYASETİN SOKAK DİLİ: TOPLUMSAL YOZLAŞMA, KUTUPLAŞMA

Siyaset, toplumsal uzlaşının ve kolektif iradenin inşası için vazgeçilmez bir araçtır. Ancak bu aracın işleyiş biçimi, toplumu ya birleştirir ya da parçalar. Günümüzde siyasetin dilinin giderek kaba, kışkırtıcı ve sokak jargonuna evrilmesi, toplumsal dokuda derin çatlaklar yaratıyor. Bu dil, yalnızca siyasi rakipleri değil; farklı kimlikleri, inançları ve değerleri de hedef alarak kutuplaşmayı besliyor. Söylemlerin keskinleşmesi, "biz" ve "onlar" ayrımını derinleştirerek toplumsal gerilimi artırıyor. Ortak değerlerin siyasi çıkarlar için araçsallaştırılması ise bu yozlaşmayı daha da derinleştiriyor. Peki, bu söylemler toplumsal kırılganlıkları nasıl besliyor?

Siyasetin dilinin sokak jargonuna dönüşmesi, karmaşık toplumsal sorunların basit sloganlara indirgenmesiyle başlıyor. "Düşmanlaştırıcı" ifadeler, hakaret içeren metaforlar veya manipülatif duygusal çağrılar, siyasi tartışmaları içeriksiz bir gösteriye çeviriyor. Örneğin, "hain", "dış güçlerin oyunu" veya "değerlerimize ihanet" gibi ifadeler, farklı görüşleri otomatik olarak meşruiyet dışına itmek için kullanılıyor. Bu dil, toplumda karşıt görüşlere tahammülsüzlüğü normalleştirirken, bireyler arasındaki saygı kültürünü aşındırıyor.

Sokak dilinin en tehlikeli sonucu, toplumu iki karşıt kampa bölen bir anlatıyı beslemesi. Siyasetçiler, kendi tabanlarını motive etmek için sürekli bir "öteki" yaratma ihtiyacı hissediyor. Bu ayrım, etnik, kültürel veya ideolojik farklılıklar üzerinden derinleştiriliyor. Bu yalnızca siyasi rakipleri değil; azınlıkları veya farklı yaşam tarzlarını benimseyenleri de hedef alıyor.

Bu dil, sokakta şiddeti meşrulaştıran bir zemine dönüşebiliyor. Örneğin, "mücadele" söylemi, fiziksel saldırıları bile "meşru müdafaa" olarak sunabiliyor. Sosyal medyada ise belli başlı etiketler ve görseller, gençler arasında nefret söylemini normalleştiriyor. Bir grup için "haklı mücadele" olan, diğerleri için "tehlikeli aşırılık" olarak etiketleniyor.

Geleneksel değerlerin siyasi amaçlar doğrultusunda kullanılması, bireyler üzerinde psikolojik baskı yaratabiliyor. Toplumun farklı kesimleri, aidiyet duygusunu kaybediyor, kutuplaşma daha da derinleşiyor.

Sanatsal unsurlar da bu sürece eşlik ediyor. Marşlar ve protesto şarkıları, belirli mesajları ritim ve duyguyla harmanlayarak kitleleri etkiliyor. Ancak bu sanatsal ifadeler, karşıt gruplara yönelik olumsuz imgeleri beslediğinde, sanatın birleştirici gücü yok oluyor.

Bu kısır döngüyü kırmak için öncelikle siyasetçilerin dil konusunda sorumluluk alması gerekiyor. Ayrıştırıcı dil, toplumsal yozlaşmayı hızlandıran bir katalizördür. Ancak dil, aynı zamanda iyileştirici bir güce de sahiptir. Siyasetçiler, toplumdaki farklılıkları "düşmanlık" üzerinden değil, "dayanışma" üzerinden tanımlamalıdır. Unutulmamalıdır ki, sağlıklı bir toplum, ancak saygı, diyalog ve ortak insanlık değerleri üzerinden inşa edilebilir.

SONUÇ OLARAK; Hiçbir siyasi görüş, hiçbir toplumsal tartışma, hiçbir haklı tepki, bir insanın özel hayatına veya ailesine yönelik hakaretleri meşrulaştıramaz. Ne sokakların öfkesi, ne sosyal medyanın anonimliği, ne de siyasi rekabetin kızıştırdığı nefret, bu tür bir ahlaki çöküşü haklı kılabilir. Bireylere yönelik saldırılar, siyasetin değil, "insanlığın sınırlarını ihlal eden" bir alçaklıktır.

Ramazan Bayramı’nın toplumsal uzlaşıya ve huzura katkı sunmasını temenni eder, bayramınızı en içten dileklerimle kutlarım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yahya ÖGER Arşivi
SON YAZILAR