EMA’NIN SAZLIĞI
Köyde kaldığı bir gün kaynanasıyla kış hazırlığı için sazlıklara gitti. Geniş alana yayılan sazlıklar parsellere ayrılmıştı. Kaynanası ona dul Ema’nın sazlığını gösterdi. Sazlıkların üst kısmında Kuna Romi denen bir yer vardı. Bingöl ve Kulp çevresinden getirilen bazı Ermeniler zamanında bu kuyuya atılmıştı. Hafiften esen yelle ince uzun sazlıklar dalgalanıyordu. Sevaçya sazlığa baktı. Gözleri daldı, çıkan hışırtıyla uykuya dalacak gibi oldu. Sazlıklar adeta onu büyüledi. Kaynanasının anlattığına göre Bektaşi Hüseyin Nesimi, Çerkez kökenli İttihat ve Terakkinin kurucularından Diyarbekir Valisi Dr. Reşit tarafından öldürülünce Lice’de zulüm ve baskı daha da arttı. Baskılar bu köye varınca Ema ve kızları ahıra saklanır ama iş işten geçmiştir. Asker kapıya dayanır, kapıyı kırmaya çalışır. Çaresiz kalan Ema kızlarına sazlıkları işaret eder. Kızları kaçıp kurtulana kadar kendisi de askerleri oyalar. Ema kısa sürede yakalanır. Gözleri ve elleri arkada bağlanır Kuna Romi’ye atılır. Üçüzler annelerinin canlı canlı kuyuya atılışını görürler. Kardeşler bir başına kalır ne yapacağını nereye gideceğini bilmezler. Anneleri sazlığa koşup saklanın dediği için de orayı da terk etmezler. Dokuz yaşındaki üçüz kızları Hrut, Mari ve Sarig’tir. İçlerinde kardeşlerine analık eden Mari’dir. Kardeşlerinin su ve yiyecek ihtiyaçlarını, geceyi nerde ve nasıl geçireceğine o karar verir. Üçüz kardeşler sefillik içinde aylarca sazlıklarda saklanarak yaşarlar. Sazlıklarda en ufak bir hışırtı duyunca korkudan dağa kaçıp orada saklanırlar. Kardeşlerin bir ayağı dağda bir ayağı da sazlıklarda olur. Artık toprak soğumaya başlamış, kış bastırmak üzeredir. Kıllı yaban domuzları ardında düzinece çirkin yavru sürüsü ile dağdan iner, sazlıklarda gezinirler. Havalar soğuyunca geceleri uyku tutmaz. Ne var ki köylüye de asla güvenmezler. Çünkü annesi köyden yaka paça götürülürken yılların komşuları olan biteni izler. Ema’nın iki katlı evine, bağına konmak için askere yardım bile ederler. Kardeşler birbirine sokulmuş yeni doğmuş serçe gibi titrerler. Ne var ki sabaha doğru donmak üzereler. Sarig kardeşlerine akıl verir. “Annemizin atıldığı kuyuya inelim orada annemizin sıcaklığı vardır, azıcık ısınırız” der. Mari, Sarig’e kızar. Ama kardeşine de dayanamaz. Boynuna sarılır, onu ısıtmaya çalışır ama birlikte titrer dururlar.
Mari kafasına koyar, köye inip ateş çalmaya karar verir. Bunu yapmazsa üç kardeşin sabaha çıkmayacağını iyi bilir. Uluyan köpeklerin kesik havlayışı bedenini titretir, gene de korkmaz gizlice girer köye. Hrut ve Sarig’in gözü yoldadır ama Mari epey geç kalır. Kardeşler donmak üzereler. Kıllı domuzların homurtusu yakınına kadar duyulur. Mari köyden çıkar. Dumanı üstünde etli tencere ile ucu tutuşmuş odun közünü alıp sazlıklara koşar. Etin kokusunu alan köpekler onu kovalamaya başlar. Domuz sürüsüyle karşılaşan köpekler korkudan geri kaçarlar. Mari’nin sesini duyan kardeşleri sevinir. Buharı üstünde tencere ortaya bırakılır. Üç bacı aç kurtlar gibi tencereye saldırır. Çıplak elle etleri yırtar kemikleri dişlerler. Karınlarını doyurunca ateş yakıp ısınırlar. Mari ateşin yayılmaması için etrafı düzenler; ama sabaha doğru her ne oluyorsa sazlıklar birden alev alır. Yalımlar iki insan boyu yükselir. Öyle ki soğuk havada alçakta uçuşan kuşlar ateşin içine düşüp ölürler. Hrut ve Sarig alevlerin içinde kalır. Mari canını zor kurtarır ama vücudunda ağır yanıklar vardır. Bedeninden çıkan yanık et kokusu her yere yayılır. Kıllı domuzlar onun izini sürerler, Mari’nin yanmış bedeninden çıkan et kokusuna gelirler. Müthiş acılar çekmesine rağmen sazlıklardan emekleyerek çıkar. Burnu yerde domuzlar iz sürmeye devam ederler. Ema’nın sazlığı köylü için değerlidir. Bu sazlıklar fakirin yorganı, kışın yakacağıdır. Köylü toplanır alevlere doğru koşar. Mari, domuzlardan çok köylüden korkar. Köylü gelene kadar ateş söner, küle dönmüş kardeşlerin birbirine sarılmış bedenleri ortaya çıkar. Köylü Mari’yi görür. Ema’nın kayıp kızları aylardır tüm çevre köylerin ağzında efsaneye dönmüştür. Kadının biri gırtlağını yırtar: “Qîza Filleha” kaçıyor diye bağırır. Mari kadının sesini duyunca titremesi artar. Titredikçe dizindeki yanık et parçaları düşer. Köylü peşini bırakmaz, zira hem sazlıklar yanmış hem de bir Ermeni kaçıyordur. Bir köpeği kovalar gibi taş fırlata fırlata Mari’nin yakınına varırlar. Mari ellerine düşmeyeceğine yeminlidir. Bilir ki onların gözünde Ermeni demek yürüyen külçe altın demektir, altını yoksa yeşil gözlü kadın demektir, kadın da değilse cennet için kesilen kısa yol bileti demektir. Mari bunları iyi bilir. Yaralı haliyle Kuna Romi’ye varır. Kuyunun başında durur. Aylardır saklandığı sazlıklara, dağın başını tutan beyaz kara, birbirine sarılmış küle dönmüş kardeşlerine bakar. Ayağını kuyunun boşluğuna bırakır, Mayrig (Annecim) diye bağırır. Kıllı domuzlardan erken davranarak kar taneleriyle birlikte kuyunun içine atlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.