Neçirvan BOZKAPLAN

Neçirvan BOZKAPLAN

KURBAĞALAR YALNIZ UYUMASIN

KURBAĞALAR YALNIZ UYUMASIN

Kaliteli anız saplarını toplayıp suyun kenarına geçti. Çıplak ayakla girdiği çamurlu suda adım attıkça suyun yüzeyinde pis koku yayılıyordu. Onu fark eden kurbağalar hemen kaçar, tehlike geçince tekrar çıkıyorlardı. Mücadele baş döndürücüydü. İnadı tuttu. Kurbağa avlamadan sudan çıkmayacaktı. Bir çıkıp bir kaybolan kurbağalar sabrını zorladı. Kızgın güneşin altında kokuşmuş suyu sağa sola savurdu. Kurbağalar da huysuzlandı. Balonlarını şişirip var gücüyle koro çekti. Seslerden korktu, sudan çıktı. Sanki o kirli suda altın hançerini kaybetmiş gibi üzüldü. Anızların yanına oturdu. Anız sapını ağzına aldı, flütçalar gibi üfledi. Kurbağaları izledi. Onları yakalamak için kafasını suya batırıp onları taklit etti.

Portakal büyüklüğündeki kafası hariç bedenini suya batırdı, sessizce bekledi. Kurbağalar ortaya çıktı. Kafasını baykuş gibi döndürdü. Mikrosefali olması ona avantaj sağladı. Kurbağanın biri ona doğru yüzdü. Fırsatı kaçırmak istemedi, kafasını suya daldırdı. Kollarını açtı. Koyu yeşil, siyah benekli iri kurbağa yaklaştı. Aralarında bir kulaç mesafe vardı. Kurbağa okyanusta kulaç atıyormuşçasına yanından geçecekken kıskıvrak yakalandı. Vrak sesleri yükseldi. Kurbağa çırpındıkça da Lolo’ nun güçlü elinde eziliyordu. Sevindi, anızların yanına oturdu. Anız sapını seçti. Karnını balon gibi şişirdikten sonra onu suya bıraktı. Kaçar diye endişelendi. Kaçmayacağını anlayınca onu serbest bıraktı. Kurbağa suda terk edilmiş kayık gibi dolandı. Kurbağayı cebine koyup kasabanın yolunu tuttu. Ado’nun yanına uğradı. Kurbağayı tezgâha bıraktı. Ado kurbağayı aldı, ciddiyetle kurbağayı tartıya koydu, ağırlığını hesapladı. Kasadan birkaç bozuk çıkardı. Lolo, bozukları az buldu, kurbağanın etli olduğunu işaret etti. Ado, bir iki bozuk daha çıkardı. Sevinçle kasaptan ayrıldı. Ado kurbağayı su dolu leğene bıraktı. Resul’ün lokantasına geçti, bozukları peşinen kasaya bıraktı, her zamanki masaya geçti. Sevdiği etli kaburga yemeği geldi. Bozuklar yediği kaburganın kemiğini karşılamasa da Resul bunu dert etmezdi. Bir oturuşta üç öğün yiyip babasından kalma tek katlı rutubetli evin yolunu tuttu.

Babası ölünce annesiyle ortada kaldı. Annesi yokluktan kurtulmak için Bego Ağa ile evlendi. Böylece oğluyla rahat edecekti. Yokluktan kaçarken kendini zengin bir alkoliğin sofrasında buldu ve oğlunu da yanına alamadı. Bego “Lolo’yu yanımıza alacağız” dese de verdiği sözleri inkâr etti ve Lolo’dan nefret ederdi. Zamanla anne – oğul görüşmesini yasakladı. Bego, “Eve dönmezsen Lolo’nun küçük kafasını ezerim, onu bir daha göremezsin” diyordu. Oğlunun başına bir şey geleceğinden korkan anne çaresizce eve dönerdi. Lolo, annesini kurtarmak için bağırırdı. Lolo’yu duyan mahalleli yardıma koşardı. Kasabada hiç arkadaşı da yoktu. Yalnız başına yabanda dolaşırdı. Suyu çok severdi. Suya olan ilgisi farklı bir alışkanlığa dönüştü. Eskiden para ödemeden her şeyi isterdi. O dabir şeyleri satın almak için çareyi kurbağa satmakla buldu. Kurbağa serüveni yaşlı bir birinin şakasıyla başladı. Yaz kış kurbağa avına çıkardı. Nadiren de olsa kertenkele yakalardı. Sevildiği için illaki alıcısı çıkardı. Alıcı kurbağa canlıysa serbest bırakır, değilsegizlice gömerdi. Ado onun en büyük alıcısıydı. Ado’nun ona bu kadar iyi davranmasına kuşkuyla bakanlar vardı. Kimilerine göre Ado, Lolo’nun annesiyle gizli aşk yaşıyordu. Normalde bir aşkı bin perdeyle örtsen de o aşk bir şekilde kendini ele verir. Ado’ya uğrayan Lolo eli dolu çıkardı. Lolo’nun rutini sabah kurbağa avına çıkıp, yakaladığını kasabaya getirip satmaktı. Kazandığıyla karnını doyurur virane evine dönerdi. Kimseye zararı olmazdı. Ta ki o güne kadar.

Kasabaya Kamuran adında yeni savcı geldi. Sürgün yemişti. Sert ve kabaydı. Eşiyle kasaba turu yaptı, lokantaya geçince Lolo’yla yolları kesişti. Müşteriden ziyade müfettiş gibi Seyit’i yanına çağırdı, onun üst başından ahşap masanın kalitesine kadar kibirlice ahlak dersi verdi. Lolo’da kurbağayı satıp lokantaya geçti. Kırmızı pantolonu ıslaktı. Sandalyeye yaslandı. Savcıya baktı. Savcı, Lolo’nun üst başından rahatsız oldu. Eşi Selase “boş ver uğraşma” dese de o Seyit’i çağırdı “şu karşımda duran portakal kafalı bende iştah bırakmadı; öküz gibi masama bakıyor” dedi. Seyit, bu kişinin rahatsız olduğunu, daimi müşteri ve zararsız olduğunu söyledi. Selase de eşinin sakin olması için uyardı. Seyit, Lolo’nun yemeğini götürürken savcının masasına bakmamasını söyledi. Lolo, uyarıyı ciddiye almadı, etleri dişledi. Normalde yabancılara dikkat etmezdi. Selase’nin masaya bıraktığı sepette kar beyazı Pomeranian türü dişi yavru sevimli süs köpeği vardı. Bu köpek Lolo’nun gördüğü köpeklerden farklıydı. Köpeği sevmek, ona dokunmak istedi. Masadan kalktı, köpeğe doğru gitti. Savcı onu azarlayınca korktu, dışarıya çıktı. Ado’ya verdiği kurbağayı alıp lokantaya girdi.

Masaya yaklaştı, elini cebine attı, kurbağayı yavaşça sepete bıraktı. Selase çığlık attı, Nolela sepetten dışarıya fırladı. Savcı, Lolo’yu darp etti. Selase köpeğin arkasından koştu. Resul ve Seyit Loto’yu savcının elinden zor kurtardı. Ortalık gerildi. Selase ağlayarak geridöndü. Lolo’nun dövüldüğü kasabada yayıldı. Kasabalılar savcının üzerine yürüdü. Savcı linçten kurtuldu. Selase, Nolela için ağladı, kocasına sitem etti. Savcı da kayıp köpeğin peşine düştü. Selase kocasını suçladı, kocası da Lolo’yu suçladı. Nolela’nın bulunması için kayıp ilanı verdi, lokantaya mühür vurdu. Nolela çocuklar tarafından kovalanınca su kuyusuna düşüp boğuldu. Selase köpeği için kocasından ayrıldı. Lolo’ da evine kapandı, ağzı yüzü yara içindeydi. O kadar korkmuştu ki yardım edenlerden de kaçıyordu. Tüm gece sayıkladı. Karnı acıkınca yüzündeki morluklar, göğsündeki ağrılarla kurbağa avına gitti. Hava yazdan kalmaydı. O gün yavru bir kurbağayla döndü. Kasaptan ayrıldı. Lokantanın kapalı olduğunu görünce şaşırdı. Açılmayan kapıyı zorladı, kapının dibinde oturdu. Çıracı yemeğinden bir parça gözleme verse de almadı. Resul gelince gülümsedi. Olanları hatırlamadığından el kol işaretiyle lokantanın neden kapalı olduğunu sordu.

Zamanla huysuzlandı, saldırganlaştı. Lokantanın camını kırıp içeriye girdi, yemeğini bekledi. Savcı, Lolo’nun toplumun huzurunu bozduğuna, esnafın malına zarar verdiğine dair tutanak tuttu. Onu kasabadan kovmak istedi. Lolo’nun deli raporu olduğundan cezaî ehliyeti yoktu. Bu sefer onu bir tımarhaneye yollamaya çalıştı. Lolo’nun raporlu olması, camları kırması, tımarhaneye götürülmesi için yeterliydi. Savcı, tımarhaneyle iletişime geçti. İki gün sonra üç yetkili geldi. Lolo, görevlilerce arabaya bindirildi. Kasabadan ayrılan araç arkasında toz bulutu bırakarak ayrıldı. Kasaba artık gözle fark edilmeyecek kadar uzaktı. Sulak alanlara, bağlara, bostanlara bakınca buranın farklı olduğunu anladı. İki saat sonra tımarhaneye vardı. Araç çamlık alana yaklaşınca hızı azaldı. Tımarhanenin dinginliği ürkütücüydü. Korna sesiyle demir kapı açıldı. Kapı bekçisi, Mira’ya “bu deli şimdiye kadar gördüğüm en tuhaf görünümlü olanı, bunun kafası neden bu kadar küçük?” diye dalga geçti.1848’deLolo’nun ölüm haberi. Hacira’nın intihardan önce yazdığı mektuptan…

“Sessizlik bir çeşit ölümdür. Sallanan çamlar uykumu kaçırıyor. Neden hep yeşil çamlara bakmak zorundayım? Ne bir masal anlatan, ne bir şarkı söyleyen ne de bir dua okuyan var. Tebessüm edene de ağlayana da deli diyorlar. Ömrüm tek mevsim. Tanrı doğa sıkılmasın diye mevsimleri yaratmışken neden beni tek renge boyuyorlar. Burada basit bir eşya gibiyim. Yıllardır aynı mavi önlüğü giyiyorum. Kadınım ben, bir gün de kırmızı giymek istemez miyim, saçımı tarayıp kendimi beğenmek istemez miyim? Burada duyguların, cinsiyetinin önemi yok. Kışın sadece odanın sıcaklığını kontrol etmek için geliyorlar. Anlaşılan o tozlu demir petekler kadar şanslı değilim. Burada hayatta tutunman için en delisi sen olmalısın. Yoksa iki yıl önce ki o zavallı Lolo gibi sırf kafası küçük, uzaydan gelmiş diye asılırsın. Sonra intihar deyip olayı kapatırlar ya da fukara birinin üstüne atarlar. Maalesef ben de kirliyim. Her şeyde toplu hareket etmemizi istedikleri için bende cinayete katıldım. Bana gelince askeri düzen, kendilerine gelince kırmızı izmaritler, sıcak kahveler, kahkahalar. Özgür şekilde deliliğimi yaşayamıyorum. Onlara göre ne bir hayvanım ne de bir insan öyle arada kalmışım. Bozuk makine değilim, doğuran, koşan, sevenim ben. Toprağın, portakalın, peynirin kokusunu özledim. Bir kaçak sarmayı, yamaçlarda koşmayı, buz gibi akan pınardan bir tassu içmeyi çok özledim.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Neçirvan BOZKAPLAN Arşivi
SON YAZILAR