Zülküf Kışanak

Zülküf Kışanak

Hep bir Diyarbakırlı, bir Xançepekli olarak yaşadı…

Hep bir Diyarbakırlı, bir Xançepekli olarak yaşadı…

Diyarbakırlı Ermeni yazar Mıgırdiç Margosyan’la İstanbul’da, çalıştığım Özgür Gündem ve devamındaki gazetelerde köşe yazdığı yıllarda tanıştım. Gazeteye pek uğramazdı, daha çok Taksim civarında, Beyoğlu caddesinde karşılaşıyorduk, selamlaşıyorduk. Pek yakınına sokulmazdım, öyle uzun uzadıya halleşmezdik, ayak üstü sormayı, uzaktan uzağa izlemeyi tercih ederdim. Aslında onu yaşayan bir hazine gibi görüyordum, nedense daha fazla yaklaşsam, dokunsam bu hazineyi incitecekmişim gibi geliyordu bana. Onunla konuşurken hep bir iki adım geride durur, öyle sorardım, uzaklaşana kadar da izlerdim arkasından. Yüreği yaşadıklarından büyük bir insandı, saygın bir aydındı, güçlü bir anlatıcıydı, iyi bir edebiyatçıydı, kaleminden dökülen Diyarbakır’ın yerel Türkçe ağzına hayrandım. Hele bir yürüyüşü vardı, bir yol alışı vardı, anlatamam. O yürürken, Diyarbakırlı bir delikanlı İstiklal’de yürüyor sanırdım. Bu konuda kendisi, “Her zaman Diyarbakır’la yatıp kalkan biriyim. Diyarbakır benim bir parçam, ben de onun bir parçasıyım...” demiş zaten, daha fazla ne ekleyebilirim ki söylediklerine...

*

Onu tanıyabilmek, anlayabilmek için babasının hayat hikayesinden başlamak gerekiyor. Mıgırdiç Margosyan’ın Dişçi Ali olarak tanınan babası Sarkis Margosyan, daha sonra milletvekili, Urfa kontenjanından Cumhuriyet Senatörü olacak Siverek’in namlı diş hekimi Bucaklı Dişçi Hasan Tekin Oral’ın yanında mesleği öğreniyor. Dişçi Ali Sarkis Margosyan, Dicle’nin Herêdan köyündendi, şimdi ise baba ocağından uzak, Şişli Ermeni Mezarlığı’nda yatıyor. Büyük Felaket yıllarında, İttihatçı Osmanlı Ordusu tarafından Der Zor’a sürülen Ermeni kafilelerinin insan kırımı güzargahı üzerinde bulunan Siverek’ten geçerken Kürt yazar Mehmed Uzun’un köyü Şereptûl’de bir su kuyusunun başında unutuluyor, daha dört yaşlarında annesi Saro’dan, kızkardeşi Mirye’den kopuyor. Yüzünü hayal meyal hatırladığı babası Mıgırdiç’i ise Büyük Felaket yolunda, Siverek yakınlarında kaybeden Sarkis, el kapısında büyüyor. Kendine yetecek, ayakları üstünde durabilecek, dahası Büyük Felaket yolunda kaybettiği annesinin, kız kardeşinin peşinden gidebilecek yaşlara gelene kadar sabrediyor. Biraz büyüyünce izini sürdüğü, geçmişini sora sora geldiği Xançepek’te kendisi gibi kafileden kopmuş, bir umutla memleketine geri dönmüş, kayıp oğul Sarkis’in yolunu bekleyen annesini, kız kardeşini buluyor, onlarla kaldığı yerden yeniden devam ediyor hayata. Burada, mahallelinin Hanım olarak bildiği, Aznif’le evleniyor, doğduğu gün hayata veda eden kız kardeşi Araksi’den sonra dünyaya gelen Mıgırdiç Margosyan’ın çocukluk günleri, ilkokul yılları Diyarbakır’da geçiyor. Dişçi Ali Sarkis Margosyan’ın oğlu Mıgırdiç Margosyan, ailesinin, akrabalarının, halkının kırım yıllarındaki tehcirin, bir daha gelmeyenlerin, sonsuza kadar kaybolanların, geride kalanların sığınağı Gavur mahallesinin, can olduğu Diyarbakır’ın hikayelerini dinleye dinleye, büyük kırıma uğramış Ermeni kimliğini belleye belleye çocukluğunu geçiriyor, babaannesi Herêdanlı Saro’nun hikayeleriyle can olduğu bir ev ortamında büyüyor. Bu evi, Xançepek’i, Diyarbakır’ı, İstanbul’u, tanıklıklarını, yaşadıklarını, duyduklarını durmadan yazıyor, birbirinden kıymetli eserler geride bırakıyor. Kaleme aldığı Gavur Mahallesi, Kirveme Mektuplar, Kürdan, Çengelli İğne, Tanrı’nın Seyir defteri, Zurna, Söyle Margos Nerelisin, Biletimiz İstanbul’a Kesildi, Dicle Kıyılarında adlı eserlerinde, özellikle de gittiği Amerika’da hayata veda eden dayısı Herêdanlı Demirci Xaço’ya adadığı anı romanı Tespih Taneleri’nde, yüzyılın Büyük Felaket’ine ait yaşanmış hikayelere, anılara, anlatılara yer veriyor. İlla ki Diyarbakır’ı, yabancısı olmadığına inandığı, can olduğu şehri yazıyor. Bileti İstanbul’a kesilmiş, baba ocağından çıkıp el memleketine gitmiş olsa da o hep bir Diyarbakırlı, bir Xançepekli olarak yaşamaya devam ederek yazıyor...

*

Bir hayali vardı onun, büyük özlemini sonsuza kadar giderecek, olmadı, bu dünyaya çok gelen hayalini yaşayamadı. Bir gece ansızın kavmini Derê Ziyar’da kaybetmiş babaannesi Saro’nun deyimiyle “berdan berdan” oldukları baba ocağı, ana kucağı Herêdan’da küçücük bir bağa, avuç kadar bir parça toprağa, olmadı kayalık kıraç bir yere sahip olmaktı, kendi emeğiyle bu yerde kuracağı bağda sonsuz istirahatgahına çekilmekti, olmadı. Dostum Şeyhmus Diken’le o yana bu yana haber saldık, bir iki girişimde bulunduk, yapamadık. Bir keresinde dostlarıyla, sevenleriyle, köylüleriyle birlikte önce kapı komşu köy Xaçek’e, oradan da Herêdan’a gitmiştik, köylülerinin onun onuruna ikram ettiği yemeği birlikte yemiştik, köydeki tarihi Ermeni Çeşmesi’nden kana kana su içmiştik. Bir keresinde ise birlikte Silvan’a gitmiştik. Yakın dostu gazeteci Ragıp Duran da yanındaydı, önümüze çıkan ilk demirciye sormuştu, “Buralarda, bildiğin, tanıdığın Ermeni demirci ustalardan kalan var mı…” diye. Bir süre sıkılarak yüzümüze bakan demirci ustasının, “Vardı ama artık yoklar, onlardan kimse kalmadı. Benim dedem de demirci bir Ermeni’ydi, ama ben Ermeni değilim, Müslümanım. Yok, yok, onlardan geriye kimse kalmadı… ” demişti. Çaresizce ustanın sözlerine acı acı gülümsemiştik, kaybettiklerimize hayıflanmıştık, bir şey demeden, belki de bir şey diyemeden kendi yolumuza gitmiştik. Diyarbakır’a can olmuş, can vermiş, şimdi ise babası gibi Herêdan’dan uzak, Şişli Ermeni Mezarlığı’nda yatan, Diyarbakırlı Ermeni yazar, gazeteci, öğretmen Mıgırdiç Margosyan’a, o güzel insana özlemle, hasretle, saygıyla…

zulkuf-kisanak-kose.jpg

Mıgırdiç Margosyan, baba ocağı Herêdan köyünün Ermeni Çeşmesi'nde.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Zülküf Kışanak Arşivi
SON YAZILAR