Beştepe’de 13 Yıl Sonra: Diyalogun Gücü, Barışın Umudu
Ankara’da 13 yıl aradan sonra gerçekleşen ve kamuoyunun dikkatle izlediği bir görüşme, Türkiye siyasetinde yeni bir dönemin eşiğine işaret ediyor. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın DEM Parti heyetini kabul etmesiyle gerçekleşen bu buluşma, siyasal temsil, demokratikleşme ve çatışmasızlık kavramlarının yeniden gündeme taşındığı anlamlı bir temas oldu.
Görüşmenin ardından DEM Parti tarafından yapılan “olumlu ve yapıcı” açıklama, yalnızca taraflar arasında değil, toplumun geniş kesimlerinde de temkinli bir iyimserliğe yol açtı. Uzun süredir durağanlaşan ve zaman zaman karşılıklı dışlayıcılıkla şekillenen siyasal ilişkiler, bu temasla birlikte yeniden diyalog eksenine girebilir.
Bu görüşmenin tarihsel bağlamı oldukça derin. 2013-2015 yıllarında yaşanan ve kamuoyunda Çözüm Süreci olarak anılan dönem, Türkiye’nin toplumsal barış arayışında önemli bir eşikti. Ancak bu süreç, çeşitli nedenlerle kesintiye uğradı ve yerini yeniden çatışma, güvensizlik ve dışlayıcı politikalara bıraktı.
Bugün atılan bu yeni adım, geçmişteki çelişkilerin, karşıtlıkların ve kırılmaların ardından yeni bir denge ve ortak payda yaratma arayışı olarak görülebilir. Zamanla oluşan yarılmaları onarabilecek, taraflar arasında daha eşitlikçi ve sağlıklı bir ilişki kurabilecek bir diyalog zemininin mümkün olduğuna dair güçlü bir sinyal verilmiş oldu.
Görüşme aynı zamanda demokratik temsilin işlerliği açısından da önemli bir gösterge niteliği taşıyor. Siyasal sistemin sağlıklı işleyebilmesi, farklı görüşlerin yalnızca duyulmasıyla değil, aynı zamanda muhatap alınmasıyla mümkündür. Seçmen desteğiyle Meclis’te yer alan bir partinin en üst düzeyde kabul edilmesi, temsili demokrasinin temel ilkelerine uygun bir gelişmedir.
Toplumsal barış ve siyasal istikrar, yalnızca güvenlik politikalarıyla değil; açık iletişim, karşılıklı saygı ve müzakere kültürünün gelişmesiyle mümkün olabilir. Bu tür görüşmeler, toplumsal sorunların tartışılabildiği, farklı kesimlerin ortak geleceğe dair fikir sunabildiği bir ortamın oluşmasına katkı sağlar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu görüşmeye açık olması, Türkiye’nin yönetsel aklında dönemsel olarak beliren stratejik esneklik örneklerinden biridir. Bu tür bir yaklaşım, siyasal risklere rağmen toplumsal faydayı önceleyen bir anlayışı temsil eder. Özellikle çok katmanlı ve çok kimlikli toplumlarda, çözüm odaklı liderlik, kalıcı barışa giden yolda kritik rol oynar.
Bu yaklaşım, bir tarafı meşrulaştırma ya da geri adım atma değil; siyasetin yeniden kendi mecrasında işlemesi gerektiğine dair güçlü bir iradeyi gösterir. Devletin, toplumsal farklılıkları düşmanlık sebebi değil, bir zenginlik olarak kabul eden bir perspektifi benimsediği ölçüde güven artırıcı adımlar da karşılık bulacaktır.
DEM Parti’nin de sürece dair gösterdiği yapıcı tavır, bu görüşmenin demokratik düzlemde karşılıklı sorumluluğa dayalı gelişebileceğini ortaya koydu. Yıllarca dışlandığını hisseden bir hareketin, intikamcı değil, çözüme açık ve sorumlu bir söylemle sürece katkı sunması, siyasal olgunluk işareti olarak okunmalıdır.
Bu yaklaşım, partinin yalnızca belirli bir kimliğin ya da bölgenin değil, tüm Türkiye toplumunun demokratik geleceğinde söz sahibi olma isteğini ortaya koyar. Bu tür siyasal aktörlük, sadece talepleri dile getiren değil, çözüm süreçlerine katkı sunan bir rolü de üstlenmelidir.
Beştepe’deki bu görüşmenin bir başlangıç olduğu kabul edilirse, esas olan bu diyaloğun sürdürülebilir ve kurumsallaşmış bir yapıya kavuşmasıdır. Bu noktada hem devletin hem de DEM Parti’nin üzerine düşen sorumluluklar bulunmaktadır.
Devlet, bu tür temasları süreklilik arz eden bir siyasal iletişim hattına dönüştürmeli; partiler üstü bir yaklaşımla, kapsayıcı ve güven verici reform adımları atmalıdır. Siyasal katılımı kolaylaştıran, yerel yönetimlerde demokratik temsili güçlendiren ve temel hakları güvence altına alan bir yönetişim anlayışı, hem iç barışı hem de toplumsal güveni pekiştirecektir.
DEM Parti ise meşru siyaset zemininde daha kararlı bir tutumla hareket etmeli, toplumsal temsilini güçlendirirken çözüm odaklı bir dille diyalog sürecine katkı sunmaya devam etmelidir. Kendi tabanının yanı sıra, geniş toplum kesimlerine de hitap eden bir söylem geliştirerek, bu sürecin sorumlu ve yapıcı bir aktörü olma konumunu pekiştirmelidir.
Ayrıca taraflar arasında kurulacak olası bir diyalog mekanizmasının açık, kapsayıcı ve çoğulcu olması önemlidir. Geçmişte yaşanan çözüm girişimlerinin kamuoyundan kopuk yürütülmesi, güven sorununa neden olmuştur. Bu kez toplumsal katılımı önceleyen, farklı seslerin sürece dahil olabildiği bir yöntem tercih edilmelidir.
Bugünkü temas, yalnızca bir buluşma değil; aynı zamanda toplumsal barış için yeniden harekete geçme çağrısıdır. Bu çağrıya samimiyetle ve kararlılıkla yanıt verilirse, Türkiye geleceğini daha adil, daha eşit ve daha huzurlu bir düzlemde inşa etme fırsatını yakalayabilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.