Can Ahparik Sarkis’e…
Dün gece yine seninle geçen, seninle kah ağladığımız, kah gülüp geçtiğimiz günler hatırıma geldi, bunca zamandan sonra gül yüzünü görür gibi oldum. En çok da firari aşıkların büyülü tahtı Kerey Rab’da geçirdiğimiz son gecemizi, kendi yoluna vurup gittiğin, bir çocuk gibi arkandan ağladığım, hayatımın o en ağır geçen şafak vaktini yeniden yaşar gibi oldum. Bir an ne yapacağımı bilemeyince senden sonra her gece bir başıma kurulduğum, en karanlık gecelerimi seni düşleyerek geçirdiğim Kerey Rab’ı, artık olmayan aşağı mahalleyi, sen olmadan yaşadıklarımı… senin muhakkak bir yolunu bulup okuyacağına olan inancımla bu mektubu sana yazmaya karar verdim. Bil ki seninle saymakla bittiremediğimiz yıldızlar hala ışıl ışıl parlıyor, her yaz odun yüklü bir kelek kurban verdiğimiz Dicle’nin suyu hala ilk günkü gibi akmaya devam ediyor, Awa Hem’den bu tarafa vadi boyunca esen rüzgar hala kekik kokuyor, sırtımızı verdiğimiz her mevsim geceleri kadar gündüzleri de karanlık Gorse hala sessiz, çoluk çocuk kırıldığımız Derê Ziyar hala dünyaya küs, güneş hala dağ kavminin kayıp çocuklarına ağlıyor, ben ise hala dağ taş seni arıyorum Ahparik Sarkis, çocukluğumun sırdaşı, can dostum, sonsuz yokluğa gidenim, bir daha dönmeyenim. Bir bilsen seni ne çok özledim, ne çok hasretim senin gül yüzüne, sesine…
*
Her karışına can olduğumuz toprağa, dokunduğumuz her taşa, koşar adımlarla aşıp gittiğimiz dağlara, sahipsiz, kendi halinde yaşayan bağ ve bahçelere, tadına doyamadığımız Beyaz Çeşme’nin suyuna değil, sana yazıyorum, sana dökülüyorum, sen duyasın diye haykırıyorum, senli yıllardaki gibi yüreğime yine ses olacağını biliyorum. Sen gittikten sonra, senin olmadığın yıllar içinde sen yaşlarında Kerey Rab’e o kadar gelen, o kadar da giden oldu ki, sayılarını bile aklımda tutamadım, az ötemizdeki Prêjman’dan Bîrik’e giderken bir daha haber alamadığım bizim Bişar hariç hiçbirinin adını bile aklımda tutamadım. Seni ararken karşılaştığım her bir yüze yakından baktım, uzaklardan gelen her bir sese kulak kabartım, senden bir iz, bir emare bulamadım. Buralardan gittiğini bilmeme, seni Xaçek’in sırtlarında uğurlamama emin olmama, senin bu dağları sonsuza kadar terk ettiğini bilmeme rağmen el kapısına gidebileceğine, hele Haylar’ın sürgün yeri Arap memleketi Zor çöllerinde yaşayabileceğine bir an bile inanmadım, inanmıyorum. Doğrusu, aradan geçen bunca zamana rağmen kendimi ne senin buraları bırakıp gidebileceğine inandırabildim, ne de senin buralarda kalmayı akıl edebileceğine. Senin yarım kalmış bir hikayeye sığamayacağını, kıyamet kopsa ki en büyük kıyameti yaşadın, yaşadık be kardeşim, aklına koyduğun yoldan bir daha geri dönmeyeceğini, sonsuza kadar bir daha bana gelmeyeceğini, seni göremeyeceğimi bilmeme rağmen kendimi yokluğuna ikna edemedim. Seni düşündükçe aklım dağılıyor, sanki dipsiz bir kuyuya yuvarlanıyorum. Baş belası bu akıl dağınıklığı halimin, artık baş edemediğim duygu kırılmalarımın beni nereye sürükleyeceğinden, beni ne hallere sokacağından hiç emin değilim, bilesin ki artık işin içinden çıkamıyorum. Sahi, sen hala buralarda mısın, yoksa beni bırakıp bir gölge gibi dağ dağ dolaştığı, her gününü başka bir inde, her gecesini başka bir dağda geçirdiği söylenen efsanevi dağ aslanına mı yoldaş oldun ki artık kendini bana göstermiyorsun, bir asırdır benden saklanıyorsun be adam, söyle bilge Tanrı’nın görünmez firarisi, kayıp ahparikim. Sen olmadan koca bir asır devirmiş olsam da hala ilk günkü gibi seni merak ediyorum, sana ne olduğunun derdindeyim. Bilmek istediğim senin buralarda kalmış ya da gitmiş olduğun değil, şimdi ne hallerde olduğundur, ne yediğin, ne içtiğindir, el memleketinde nasıl yaşabildiğindir, en çok da merak ettiğim ise sağlık, sıhhatındır ahparikim, bilesin. Bir de bil ki seni beklemekten artık bir hal oldum, yokluğuna dayanacak gücüm kalmadı…
*
Bildiğin gibi aşağı mahalle, senin baba ocağın, ana kucağın yok artık. Ne bir ev, ne bir dükkan, ne de bir bahçe kaldı geriye, ağaçlar, güller, bağlar hepsi kurudu, hatta Meryem Ana’nın göz yaşları olduğuna beni inandırdığın Garabetlerin bahçesindeki sarı Galûr’un soğanı bile çürüdü, senin gidişinden sonra. Bir tek dünya güzeli Sarig, tatlılarına, çöreklerine bayıldığımız, son su bayramında ağzına kadar dolu koca kovayı üstümüze boca eden dünya tatlısı halan Sarig hariç sizin Haylardan hiç kimse, bir çocuk bile geride kalmadı, ama ben varım, Kerey Rab’da seni hala bekleyen dostun, sen olmadan ölmesini bile beceremeyecek, emanet bıraktığın bu diyarları bırakıp gidemeyecek Zaza Ahparik’in, senden sonra gittiği Kafkasya’dan bir daha dönmeyen Ali’nin babası, yani ben varım, ben. Daha ne kadar seni bekleyebileceğimi bilmiyorum, daha ne kadar yokluğuna dayanabileceğimi kestiremiyorum, taş olsaydım yokluğuna çatlardım be adam, yeter. Bir daha sana yazacak takadım olur mu bilmiyorum, dahası sana bir daha yazmayı akıl edecek kudretimi koruyabilecek miyim, ondan da emin değilim. Her neyse, seni son nefesime kadar Kerey Rab’da bekleyeceğim, döneceğini biliyorum, artık gel…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.