Ne kadar insanız?
Minibüs AVM önündeki kalabalık durağa gelip te inecekler inince, şoför yolcu kapsına doğru bağırmaya başladı.
- Uzaklaş ordaan!
- Giiit!
- Gelmeeee!
Şoförün feryadu figan söylemlerine rağmen, şahıs hiç aldırmadı ve duraktaki onca kalabalığa rağmen, minibüse sadece O bindi.
Minibüse adımını atınca, kapı önündeki yolculardan itibaren, ayaktaki yolcularla oturanlar ondan uzak durmak ve temas etmemek için, minibüsün kenar duvarlarına ve camlarına adeta yapıştılar, minibüsün orta yeri boşalmıştı!
Otuzlu yaşlardaydı.
Bir elinde naylon poşetin içinde bir tam ekmek, diğer elinde kâğıda sarılı ve ucundan ısırılmış tavuk dürüm vardı.
Üstü başı kir içinde, üç aydır yıkanmamış gibiydi.
Minibüsün arka sırasının hemen önünde ayakta dururken, ağzından salyalar akarak dürümünü ısıran ve yolcuların onca telaşına rağmen, dünyanın umurunda olmadığı görüntüsü veren bu seçkin yolcuyu yanına davet etti.
Fiziki görüntüsü otuzlu yaşlar olması rağmen, zekâ yaşı muhtemelen 4 veya 5 yaş civarında olan bir zihin engelliydi. Kendisine ait, temizlik ve benzeri öz bakım becerilerini yapacak zekâya sahip olmadığı gibi, belli ki günümüz koşullarında O’nun engelli maaşından faydalananlar da ona hiç bakmıyorlardı.
İki eli dolu olduğundan bir yere tutunamayan, seçkin yolcunun, minibüs hareket ettiğinde düşmemesi için omzundan tuttu.
Bu yaklaşım seçkin yolcunun hoşuna gitmiş olacak ki, yemekte olduğu dürümden ikramda bulundu, teşekkür edilip ikramı alınmadı.
İkisinin bu muhabbetine tanık olan ve hemen önlerindeki koltukta oturan orta yaşlı vatandaş, yerinden kalkıp seçkin yolcumuza yer verdi.
Koltuğa oturunca bir daha dürümünden ikramda bulundu, teşekkür edilip başı okşanınca, seçkin yolcu olan kahramanımızın sevecen, şükran ve sevgi dolu bakışları yüreğini acıttı.
Belli ki uzun zamandır başı okşanarak sevilmemişti.
Rahmani ve sempatik bakışları; dış görünüşü ne kadar bakımsız, kirli ve pasaklı olsa da, kahramanımızın yüreğinin bir dağın zirvesindeki kar misali binlerce kat temiz, berrak ve sevgi dolu olduğunu ifade ediyordu!
Yeterli konuşma becerisi olmayan kahramanımızla muhabbetleri, kahramanımız yoluna devam ederken, kendisi iki durak sonra inince bitmişti.
Normal zekâdan daha düşük zekâya sahip oldukları ve hatta sokak ortamında, insafsızca, “deli” söylemiyle tarifleyip horladığımız tertemiz yürekli insanlarımızın, masumiyetleri ile yeryüzündeki melekler olduklarının farkında mıyız?
Ayrıca zekâ geriliği olan insanlarımızın, edindikleri doğru veya küfür tarzı, hareket ve yanlış söylemleri, akıllı insanlarımızdan öğrendiklerinin bilincinde miyiz?
Bazen, bir maharet sanıp, onlara öğrettiğimiz küfür veya aykırı davranışları başkalarına karşı kullandıklarında da, komedya seyreder gibi, kahkahalarla güleriz. Haydi, amcaya bir daha küfret, iki parmağının arasında başparmağını göster tarzındaki, akıllı insanlar için kavga sebebi olacak söz ve davranışlar, onlar için yanlış edinim, bize eğlence olur!
Söz ve davranışlarından akıllıların(!) mutlu olduğunu gören bu tertemiz insanlar, aynı söylem ve davranışları, iyi bir şeyler yaptıklarını sanarak, yerli, yersiz yapmaktan mutlu olurken, onları bilmeyen insanların da rahatsız olmalarına sebep olurlar.
Yaradan’ın akıl yetersizliğinden dolayı herhangi bir ibadet veya günahtan da sorumlu tutmadığı (Yasin/70 ), gönülleri evliyalar kadar temiz insanlarımızın, akıllı insanların yanlış öğretimleri ve minibüsteki yolcuların tepkisi tarzında muameleyi, hak edip etmediklerini, okuyucuların vicdanlarına bırakıyorum.
Evlerimizde, bir bebek özeniyle bakıp beslediğimiz diğer varlıklara gösterdiğimiz şefkati esirgediğimiz ve nüfusumuzun yaklaşık % 2’sine denk gelen sayıda zekâ geriliği (mental retarde) olan insanlarımız, aileleri tarafından utanç vesilesi görüldüğünden, toplumdaki sayıları oranında, görünür değillerdir.
Minibüs yolcusu kahramanımız gibi, bakımsız ve berbat görünümleri kendi kusurları olmayan insanlarımız da, “benden uzak olsun da nasıl yaşarsa yaşasın” mantığı ile evlerinden dışarıya kovalanan kişilerdir.
Benzeri biri, evinden çok ta uzak bir yerde görülmüş, babası telefonla aranıp haber verildiğinde, oğlunun üç aydır eve uğramadığını söylemiş ve bundan çok ta rahatsız olmadığı izlenimini vermişti?
Bu konuda en şanslı olanlar zekâ geriliği olan kız çocuklarımızdır. Onların sokağa salınması, istismar edilmeleri ve dolayısıyla namus meselesi ihtimali doğuracağından, mümkün olduğunca evde ve göz hapsinde tutulur, öğrenebildikleri kadarı ile ev işleri öğretilir ve adeta annelerinin başyardımcısı gibidirler.
Zekâ geriliğinin vicdanı kirletmediği bilimsel bir gerçek iken, akıllıların vicdanının temizlik oranını 100 puan üzerinden ölçen ve bu ölçümün insanların alınlarına yazıldığı bir sistem olsaydı, acaba çarşıda, pazarda bu günkü kadar çok insan görebilir miydik?
Vicdanını aklı ile kullanmayanlara, ya da kötü bir şekilde kullananlara değil sözümüz!
Ama iyi bir insan olduğumuzu değerlendirirken; bizler akıl gibi bir cevhere sahip iken, “zekâ geriliği olan saf ve temiz insanlarımızı, ne kadar anladığımızı sorgulayabildik mi?”
Bunu yapmak, vicdanımızı ehlileştireceği gibi, ne kadar insan olduğumuzu anlamada da, iyi bir davranış olmayacak mıdır?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.