MASKE !
Yazı yazmaktan vazgeçmedim ama yazamadım bu aralar. Özel bir sebebi yok, moralim bozuk, mutsuzum, korkuyorum… O yüzden yazı yazma moduna geçemedim bir türlü.
Ah şu sağlık, kendini iyi hissetme, kaygıların olmaması ne büyük mutluluk, ne büyük nimet.
Şu malum hastalık devam ettikçe ve azalmayıp yeniden vaka sayısı artınca, hele hele Diyarbakır en çok vakanın görüldüğü ilk beş il arasına girince herkes gibi bende çok etkilendim ve belki de en çok yapmamamız gereken şeyi hissetmeye başladım.
Korku !
Korkumun asıl sebebi de insanların çok dikkatsiz ve özensiz davranıp, kendi sağlıklarıyla birlikte başka insanlarında sağlığını tehlikeye atmaları ve vaka sayılarının hızla artması.
Bu konuda beni en çok rahatsız eden durum ise Sizlerinde dikkatini çekmiştir mutlaka dışarıya çıktığım ya da yürüdüğüm zamanlar her iki adımda bir karşıma çıkan kullanılıp sokağa atılmış maskeler !
Çıldırıyorum resmen, söyleyecek laf bulamıyorum…
Yıllar önce okumuştum, veremli hastaların bazıları yattıkları hastanelerde çok af buyurun, tükürüklerini kapı kollarına sürerlermiş. Ben oldum, başkaları da hasta olsun diye…
Tabi maskelerini sokağa atanların korona olduğunu söyleyemem. Ancak korona olmasa bile insanların o görüntüyü görmesi paniğe ve korkuya sebep oluyor.
Bende oluyor mesela. Hatta “Biz bu toplumda hiç mi bir şey öğretemeyeceğiz” diyorum o görüntüyü görünce…
Bırakın corona virüsünü taşıyan kişi ve hastaların kullandığı maskeyi, bu riski taşımayan insanların bile kullandıkları maskeleri normal çöpe atmamaları gerektiği, çok dikkatli bir şekilde ayrı bir yerde ve kullanılan kısım içe gelecek şekilde katlanıp, hatta 72 saat muhafaza edildikten sonra tıbbi atık diye ayrı ve daha muhafazalı bir poşette çöpe atılması gerektiğini söylüyor uzmanlar…
Çöpü toplayan, çöpü ayrıştıran insanlar var, çöpü karıştıran hayvanlar var. Bütün bunlar göz önünde bulundurulmalı.
Ama nerdeeeeeee !
Ne deyim ki ben kullandığı maskeyi, eldiveni dışarı atan insanlara ?
Arkadaşlar sizin canınız can da bizim ki patlıcan mı ?
******
PARK 75
Akşamları yürüyüş yapıyorum ve evime yakın olan Yetmiş beş Metre diye isimlendirilen ve Diyarbakır’ın gözde semtlerinden biri haline gelmesine sebep olan yolda da yürüyorum bazen…
Geçen bir arkadaşımla yürürken Park 75 adıyla bir park açıldığını gördüm. Aaaa parkın içinde yürüyelim o zaman, görmüş de oluruz deyip parka girdik. Yeni açılmış bir park… Çok çok yeni yani …
Daha girer girmez ilk dikkatimi çeken parkın ışıklandırmasında kullanılan güya dekoratif lambalardı… Hem çok sık konulmuştu, hem de şekli modeli, rengi o kadar rüküştü ki, parkın kalitesini daha girer girmez düşürüyordu…
Bütün parkı gezdim, dizilen taşların çoğu, üzerinden bırakın yılı birkaç ay geçmemesine rağmen oynuyordu, yapılan süs havuzları çok kirli ve şimdiden yosun tutmuştu dolayısıyla kokuyordu.
Güvenlik noktasının hemen yanında yapılan el yıkama lavabosu insanların orada gidip açık açık ellerini yıkamaları, sümkürmeleri, çok af buyurun boğazlarını temizlemeleri insana, “Tanrım, yok böyle bir şey !” dedirtiyordu…
Aha buradan söylüyorum : “ Bence hiçbir peyzaj ve mühendislik eğitimi almamış bir insan bile o parkı daha güzel tasarlardı.”
Bu kadar sallapati, rüküş, hiçbir özelliği-işlevselliği olmayan, vasat, estetikten uzak bir park daha yoktur herhalde. Sırf yapılmış olmak için yapılmış izlenimi veriyor her noktasında. Üstelik şehrin en güzel yerinde ve öylesine geniş bir alanda yapılmasına rağmen.
Oysaki harikalar yaratılabilirdi. Mühendislikte tasarım, plan ve estetik çok önemlidir. Ve siz hata payını sıfıra indirebilirsiniz çünkü mühendislik hesap bilimidir.
Bu kadar hor davranmayın bu şehre ya ! Ayıptır, yazıktır, günahtır !
Bu şehri seviyorum ve bu şehre hak ettiği önemin verilmesini istiyorum…
Sevgiyle :)
Güler Koçyiğit
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.