Düden’den gelen çığlık…
Daha çocuk yaşta köylerindeki Düden’de (Dudeng) yaşanmış yüzyılın vahşetini Kirve Refik’ten duymuştum. Çocukluğumun geçtiği Tarsus’ta, abimin yoldaşı, can arkadaşı Kirve Refik’in, dedesinden duyduğu acılı hikayeleri her anlattığında bir köşeden pür dikkat dinlerdim. İnsanın canını yakan bu hikayeler ömrüm boyunca hiç aklımdan çıkmadı, benimle yaşamaya devam ettiler. Kirve Refik, “Bölgemizdeki köy ve kasabalarda yaşayan ne kadar Ermeni varsa alıp getirmişler, öyle böyle değil, çocuk, kadın, genç, yaşlı demeden tamamını toplayıp getirmişler köyümüzün içinden geçen dere suyunun çağlaya çağlaya döküldüğü Düden’in başına. Pahalı diye kurşun kullanmamışlar, bir tek kurşun bile boşa gitmesin diye çocuklar dahil hepsini süngüleyerek Düden’e atmışlar. Hemen ölmeyenlerin, Düden’in derinliklerindeki bir kayaya yaralı olarak sığınmış olanların çığlıkları günlerce devam etmiş, iç parçalayan çığlıkları ta evlere kadar geliyormuş sessizliğin köye çöktüğü geceler boyunca. Bunu yapanların başında da ‘Güllü Bey’ diye biri varmış. Dedem ölene kadar çocukların, kadınların, gençlerin, yaşlıların, uzak, yakın komşu köylülerin, kasabadaki dost Ermeni esnafların, hatta köydeki eski kapı komşularının çığlıklarıyla uyanıyordu…” demişti. Hayatım boyunca Kirve Refik’in anlattıklarını unutmadım, korkunç kabusu dedesinden devralmışım gibi hep kadın, çocuk çığlıklarını duyarak büyüdüm…
*
Aşılması, dahası geçilmesi zor dağların göbeğine, sarp bir yamaçta kurulmuş, derin bir vadide akan bir çay ile çevrili, bütün yollardan, bütün şehirlerden uzak eski bir Ermeni kasabası Çüngüş’ün (Şankûş) Yeniköy köyündeki Düden’den bahsediyorum. Diyarbakır’a her geldiğimde görmeyi istediğim yerlerin başında hep Kirve Refik’in anlattığı bu Düden de vardı. Daha sonra adının ‘Yeniköy Düdeni’ olduğunu öğrendiğim bu dipsiz Düden’e gitmeyi, yakından görmeyi başardım sonunda. Odur budur hemen her yıl, bazen de yılda birkaç defa ziyaret ediyorum. Uzak memleketlerden gelen misafirlerimi de arada bir Zaza Kürtlerin meskeni ta en kuzeydeki yüksek dağların vadi tabanlarında toplanıp gelen dere suyunun büyük bir sabırla deldiği, büyük bir inatla oyduğu kayaların en dibine, en ulaşılmaz yerine kadar indiği, içinde kendine sonu belirsiz bir yol açarak kaybolup gittiği ürkütücü Düden’in başına götürüyorum. Suyun tam ortadan yardığı yekpare kayanın üzerine uzanıyorum, kulağımı insanı yutmaya hazır devasa ağzına vererek dinliyorum. İçine dökülen dere suyunun gümbürtüsünü bile bastırdığına inandığım sesleri, daha doğrusu çocukluktan bu yana başıma musallat olmuş insan çığlıklarını duymaya, suyun gürültüsünden ayırt etmeye çalışıyorum. Ayakta Düden’e bakmak ne mümkün, cesaretine helal getirilmez en gözü pek insanın bile ucunda durup içine bakamayacağı kadar korku veriyor yerin en dibine doğru dimdik inen Düden. Bazen yüz yıl önce kafile kafile içine atılan çocukların ağlama seslerini, bazen kadınların çığlıklarını, bazen genç bir kızın yakarışını, bazen taşı sıksa suyunu çıkartacak bir gencin yalvarışını, hatta bazen de yaşlı bir kadının, bir adamın iniltisini duyar gibi oluyorum kulaklarımı iyice kabartınca, suyun sesini duymamaya konsantre olmaya çalışınca. En korkuncu ise kendi sesimi duyar gibi oluyorum Düden’in derinliklerden, dahası devasa kayaların çatlaklarında yankılana yankılana bana kadar gelen tanıdık, bildik sesleri duyar gibi oluyorum ara ara...
*
Dağcı bir grup halatların yardımıyla Düden’e girmiş birkaç sene önce, seksen metre derinliğe kadar inmişler. Düden, dere suyunun süzülerek kaybolduğu kum ve çakılla son buluyormuş. Peşine düşmeme rağmen Düden’e indiği iddia edilen dağcıların Düden’e atılan diri diri onca insana ait bir kalıntıya dair herhangi bir anlatıya, bir bilgiye ulaşamadım. Ya gerçekten Düden’e indikleri halde hiç bir kalıntıya rast gelmemişlerdir yada gördüklerini anlatma, kamuoyuna duyurma, dünya ile paylaşma ihtiyacını duymamışlardır. Yeniköylüler de Düden’in sırını çözmek için bir girişimde bulunmuş vaktin birinde. Daha doğrusu Düden’deki suyun nereden bir daha yeryüzüne çıktığını merak etmişler, bir araya gelip tonlarca çuval çuval saman dökmüşler suya, derenin debisi en yüksek olduğu, delice çağladığı bir dönemde. Anlatılanlara göre suya bırakılan saman, yüksek dağların ötesindeki derin vadide akan Fırat suyunda görülmüş. Saman hikayesi ne kadar gerçek olduğunu, dağcıların ne kadar derine indiğini bilemem ama öyle anlaşılıyor ki binlerce sivil savunmasız insanın atıldığı sonu belli olmayan Düden tahmin edebileceğimizden daha bir derine, daha bir bilinmezliğe doğru yol alıyor…
*
Bu sene yine Çüngüş’e uğradım, yine gittim Düden’in başına ve her zamanki yerde, aynı kayanın üzerine uzandım, son bir defa daha kulağımı verdim suyun garip bir uğultuyla içinde kaybolduğu Düden’in ağzına. Suyun sesini duymamaya, çıkardığı dehşet gürültüden sıyrılmaya konsantre oldum, var gücümle duyan tek kulağıma hükmetmeye çalıştım, bir çığlık bir çığlık geliyordu, anlatamam. Şoke oldum, panik halinde başımı kaldırdım, etrafa baktım in cin top oynuyordu, bir daha kulağımı verdim Düden’e, aynı çığlık gelmeye devam ediyordu. Bir kaç defa tekrarladım, aşina olmaya başladığım çığlık gelmeye devam ediyordu. Bir süre Düden’in başında oturduktan sonra hayretler içinde yerimden kalktım, yola doğru tırmanmaya başladım, aracımın yanına döndüm, ne göreyim, Düden’in öbür tarafında, hemen yanı başındaki okulun bahçesine doluşmuş çocuklar oynuyor, hem de ne çok gürültü çıkartan, ne çok birbirlerine bağrışan. Meğer o çocukların çığlığıymış bu defa Düden’den geldiğini sandığım, duyduğum çığlık, hem de kanlı canlı hissettiğim çığlık. Ne diyeyim başka…
Çüngüş Yeniköy Düdeni.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.