Bürokraside üst benlik arayışı
Sosyopolitik düzeyde yazı yazmanın faydacı bir bakış açısıyla geniş halk kitleleri üzerinde etkisi yadsınamaz bir gerçektir.Sosyolojik yapıların ana omurgasını oluşturan kurum ve kuruluşların benlik arayışı üzerinde duracağım bir yazımı, siyasi konjonktürden uzak, psikolojik kuram ve eş güdümündeki disiplinlerle eğileceğim.
“ Süperego ( üstbenlik) sosyal açıdan uyarılmış vicdanımızı temsil eder ve manevi ve etik düşünceler ile beraber idi etkisiz hale getirir. “Süper ego” kelimesi Latince süper (Almanca Über) anlamına gelen “üstte” ya da “üst” ve ego (ya da ich) dan oluşur. Yani gerçekte “üst benlik” manevi değerler ve vicdanın bağlı bulunduğu zihnin “yüksek gücü” anlamına gelmektedir. Dindar kişiler onun insanlarda Tanrı’nın ikamet ettiği bir uzuv olduğunu iddia edebilirler. Süperego, id ile ilgili isteklerin -çoğunlukla toplumsal olarak kabul edilemez olan biyolojik isteklerimizin- yerine getirilmesine karşı durur. Bir id içtepisinin kabul edilemez olmasını iki nedeni vardır:1) Gerçekleştirmenin mümkün olmasını sağlayan gerçek koşullar elde edilinceye kadar doyumu erteleme gereği (İhtiyaçları uyumsallaştıracak uygun koşullar için gerçekliği kontrol etme, yukarıda tartışılan ego işlevlerinden biridir 2) Başka insanlar (özellikle ebeveynler) ve sosyal çevre tarafından yasaklamanın zorla kabul ettirilmesi nedeniyle. Bu normların ve yasakların toplamı, üst bilginin içeriğidir. Süperegonun iki tarafı vardır: vicdan ve ego ideali. Bunlar artı ve eksi kutuplar, pozitif ve negatif taraflar gibi işlevlerini yerine getirirler. Vicdan, cezalar ve uyarıları içerir; ego ideali, ödülleri ve olumlu pekiştirmeleri ele alır. Süper ego, dünya görüşünün, normlarının ve çocukların ebeveynlerinden ve etrafındaki çevreden genç yaşta kendine kattıklarının içselleştirilmesinin üzerine kuruludur. Vicdan olarak, doğru ve yanlış duygularımızı içerir; çocuğun ebeveyn kültürünün içselleştirilmesini sürdürücü kendine has tabuları korur. Süper ego’nun gereksinimleri yerine getirilmezse, suçluluk duygusu ve / ya da utanç ortaya çıkabilir. Freud’a göre, süperego, Oedipal çatışmasının üstesinden gelmek için verilen mücadeleden kaynaklanıyor. Bu görüşe göre, onun gücü içgüdüsel bir dürtüye benzer ve bilinçdışının bir parçasıdır. Böylece, bilinçli bir hata yapılmaksızın suçluluk duygusu ortaya çıkabilir. Bununla birlikte, süper ego’nun gücü biyolojik ihtiyaçlarda değil, aksine bireysel deneyimlerdeki sosyal baskılarda yatmaktadır”
İnsan temelli üst benlik oluşumunu açıkladıktan sonra kurum ve kuruluşlardaki üst benlik oluşum süreçlerine geçebiliriz. Kurumların üstbenlik oluşumu insandan farklı olarak dışsal etmenlere sistematik olarak daha açıktır. Kural koyucular kurumların iş ve işleyişlerinin sürdürülebilir olması için kitlesel bir nizama ihtiyaç duyar.Kurumlar yeni doğan bebek gibi bir zaman sonra anlam ve tanım süreci yaşarken.Kural koyucuların kurucu mitiyle kimlikleşme başlar.Her kurum canlı bir organizmayı andırır ve yarı tanrısal nitelikte bazen yol gösterici bazen de sosyolojik yapıları konsolide eden büyük öteki konumunda paradigma geliştirir.
İnsan, kümelerinin bir araya gelmesiyle oluşan yapılar ve yapıların oluşumu ile ortaya çıkan bürokratik paradigmaların işleyişindeki olumlama güzellemeleri , erkin otoritesini bazen krize müdahale edici bazen de önleyici doktorinlerle geniş halk kitleleri üzerinde tahkim etme fantezisidir. Daha önce bürokrasinin canlı bir organizma olduğunu söylemiştik ve tıpkı bir canlı gibi gelişip olgunlaşan yapısıyla bürokrasi kimlik kazanım edinir.Bu kimlik edinimi çoğunlukla kamusal alanı hizalamaya ,sosyal yapıları merkezî müfredatla şekilendirmeyegider.Bireyin özgül tüm farklı yönleri üzerinde tahküm kurarak kendi ideolojik statükosunu da tabana yayarak çoğulcu ilkeleri yok sayar. Bu üst benlik yapısına sahip bürokratik paradigma , evrensel hukuk ve insani temellerden uzak nutuksal söylem ve kaidelerle kendi toplumsal organizasyonunu yetiştirip. Sahip olduğu güçle eleştiri kültüründen uzak ,emir komuta zincirine riayetetmiş yapılara salık vermektir.
Biliyoruz ki insan canlısı sosyal yaşamda var olmak varlığını sürdürmek için ilksel olana yüz çevirmek zorundadır. Lakin bir nokta itibariyle bu yüz çeviriş geçişkenliği yumuşak olmalı aksi takdirde tekil anlamdaki insan için psikososyal varlığı tehlikeye girecektir. Yani tekil insan ne kendi özüne yabancılaşacak ne de öteki( her türlü sosya aygıt) teslim olmalıdır. Kendi dengesizligi içindeki dengeyi tekrar tekrar kurup bozmaıdır( normal insanın tanımı). İnsanın bu tekil ontolojik organizasyonun bir benzerini de bürokraside var etmenin yegane yolu evrensel insanı ilkelerle oluşacak toplumsal düzenden geçiyor. İdeal kamusal üst benliğin yasa koyucusu sanıldığının aksine demokratik toplum olmamalıdır. İdeal yasa koyucu her bir tekil insanın ötekinin gözünde kendi anlamını ve değerini gördüğü, gösterdiği ayna olmaktan geçecektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.