BUGÜN, YARIN İÇİN DÜNDÜR
İnsan; makamı, mevkisi, sosyal statüsü ne olursa olsun hata yapmaya meyilli yaratılmıştır. "Hata yapanın en hayırlısı, hatasından dönendir" diyor sevgililer sevgilisi.. İnsan bir şekilde uyarılmaya ihtiyaç duymaktadır.
Mükemmel insan aramak ya da dört dörtlük insan profilini çizmek, ütopik gerçeklikten başka bir şey değildir. Çünkü insanın noksan bir tarafı vardır. Zaafiyetlerinin bir bütünüdür kişilik..
Ademoğlu, çoğu zaman kendisini dev aynasında görebilme cüretini gösterebiliyor. Yapmış olduğu iyiliklerin bir başkasına zarar verebileceği ihtimalini göz önünde bulundurmayıp yanlış yapabilme ihtimalini bile kendine yakıştırmıyor..
Oysa pek çok Ademoğlu, doğru yapayım derken yanlışa sebebiyet verebilmektedir.
Her insanın otokontrolünde iki frenleme devresi olmalıdır.
Birincisi: Tarafsız birilerinin, kişiye hatasını söylemesi
İkincisi: Kişinin, kendi kendine öz eleştiri yapabilmesi
Konunun önemine birkaç örnek
İskender, hiçbir konuda kendisini uyarmayan vezirine
“Sana ihtiyacım yok” der
Vezir: ”Neden hükümdarım?” diye sorar.
İskender: "Çünkü ben bir beşerim. Bu kadar sürede benim tek bir hatama bile rastlamadıysan cahilsin demektir, rastlayıp da örtbas ettiysen hainsin demektir!"
Hz. Ömer, adaletiyle nam salmış, İslam devletinin ikinci halifesi. Şiddetli ve kudretli biri! Hz. Ömer (r.a.) birgün hutbede cemaate şöyle seslendi:
“Ben haktan ayrılırsam ne yaparsınız?” Cemaat içinden bir sahabe kalkarak cevap verdi:
“Seni kılıcımla düzeltirim ya Ömer!”
Hz. Ömer (r.a.) ellerini açarak;
“Ya Rabbi! Sana şükürler olsun ki ben senden gaflete düşersem, senin adaletinden ayrılırsam, beni kılıcıyla doğrultacak cemaate sahibim” diye şükretti.
Oysa bugün Ömer'i arayan topluluğun söylem ve eylemleri arasındaki çelişkiyi gördüğümüzde hayretler içinde kalabiliyoruz.Sahi aramaya çıktığınız iki Ömer'den hangisidir. Ömer bin Hişam, diğer namıyla Ebû Cehil mi ? Yoksa Ömer bin Hattab (r.a.)' mıdır?
Ömer olmaya talip olanların üsttenci bakışları altında ezik kalıyoruz.
Bırakın yanlış yapanı kılıç ile düzeltmeyi, makamı farketmeksizin hele bir yanlışını söyleyin yanlış yapana...Birinin adamı olduğu icin adam yerine koyulanların tavrını kestiremiyoruz.. Bir de şakşakçıları var ya, böğrünüze öyle bir hançer saplarlar ki ,değil siz, yedi sülaleniz iflah olmaz.
İçi boşaltılmış bir savunma mekanizması olarak karşımıza çıkıyor.
Özellikle Kürt solunun sıklıkla kullanmış olduğu "Öz Eleştiri" kavramı, biraz da toplumun
gözünü boyama, kendini aklayıp paklama, şirin görünme, toplumsal manipülasyondan öteye gidememiştir. Oysa öz eleştiri, kişinin kendi hakkında yaptığı değerlendirmesidir. Bir diğer anlamı ise kişinin kendi kendini eleştirmesidir. Kişinin kendini yargılaması ve doğrularını, yanlışlarını ayırt etmeden söylemesi olarak bilinir...
Bir gün, Kureyş’in ileri gelenlerinden birkaç kişi, Peygamberimiz’in yanında bulunuyorlardı. Hazret-i Peygamber de: «Belki bu Kureyş’in ileri gelenleri îmâna gelirler de maiyyetindekiler de hidâyet bulurlar.» ümidi içindeydi. Bu sırada, doğuştan âmâ olan Abdullah İbn Ümmü Mektûm yine geldi. Âmâ olduğu için Rasûlullâh’ın yanında kimlerin bulunduğunu bilmiyordu. Bundan dolayı, her vakit ki ricâsını tekrarladı. Misafirlerin yanında bu yersiz suâlden Hazret-i Peygamber üzüldü ve sıkıldı. Başını öte tarafa çevirdi. Alâka göstermedi. Bu durumdan, Abdullah İbn Ümmü Mektûm’un gönlü hafifçe incindi. Bunun üzerine Abese Sûresi’nin başında bulunan iki ayet nazil oldu:
“Rasûlullâh, âmâ geldi diye yüzünü buruşturdu ve başını çevirdi.” (Abese, 1-2)
Allah'tan uyarı alan, hatası Kuran'da kıyamete kadar kayıt altına alınan peygamber küsmedi, darılmadı, tavır koymadı. Bu hadiseden sonra, Rasûlullah Efendimiz Abdullah İbn Ümmü Mektûm’u ne zaman görse:
“–Ey kendisi için Rabbimin bana sitem ettiği zât, merhaba!” (Vâhidî, Esbâbu Nüzûli’l-Kur’ân, s. 471) diye buyururlardı.
Sözün özü kendisini dev aynasında gören Hızlı Gonzaleslerin işgal ettiği makam ve mevkiler, etrafa dağıttıkları ulufelerden dolayı susturdukları topluluklar, kralın çıplaklığını örtbas etmiyor.
Dostuna hakkı söylemeye, düşmanının yüzüne zulmünü yüksek sesle dillendirmeye, her hakkı her yerde söyleme hakkın yoktur perdesi altına sığınıp dilsiz şeytanlaşma rolünü üstlenmemeye iman eden biriyim.
Dost acı söyler. Etrafınızda acı söyleyen dostunuz yoksa, dost görünen düşmanlarınızın şerrinden sakının..
Onların her iltifatı ve her alkışı, bir kurşunun büyük bir hedefi devirdiği gibi, alnınızın çatısından vurup vücut bütünlüğünüzü ve ruhsal bütünlüğünüzü yerle bir eder.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.