Andelib(2)
Günün ilk güneş ışınları herkese selam edercesine girmeye başlıyor Kuşduymaz Sokağı'na. Kuşlar bir ağacın üzerinden ötekine sıçrıyorlarmış gibi neşeyle uçuyorlar sokağın her yanında. Bu görüntü ağaçların kendilerini birer trambolin zannetmelerine yol açabilir, diye düşünüyor gazeteleri dağıtan Arif Bey. Sokağın girişindeki tesisat dükkanının önünde seyyar satıcılar beliriyor. Üç tekerlekli tezgâhlarındaki rengarenk ürünler, sokağın betonarme yapısına renk katıyor. Seyyar satıcılar da bu renkliliği fark etmelerinden olsa gerek, her sabah bu mahallede siftahı yapıyorlar.
Tezgahların yanı sıra; sokağın göbeğindeki, sadece bu sokağın değil tüm mahallenin tek ahşap binası duruyor. Beton duvara konmuş bir uğur böceğini andırıyor şehrin griliğinde. Ahşap binanın önünden geçen herkes ister istemez bir süre inceliyor. Yeşilçam filmlerindeki evleri andırıyor bir bakıma. Tosun Paşa'yı, Süt Kardeşler’i, Neşeli Aile'yi, Şaban Oğlu Şaban'ı ve ahşap binada çekilen daha birçok filmi hatırlatıyor insanlara. Öyle ki çoğu kişi o filmlerin çekildiği ev zannederek önünde fotoğraf çekiyor. Hatta müze sanıp bahçe kapısını ısrarla yumruklayanlar bile oluyor.
Ahşap binanın karşısında, sağında ve solunda; bir örüntüyü andırırcasına dizili dükkanlar duruyor. Kepenklerin, artık açıldıklarını haykırırcasına çıkan tiz sesi yankılanmaya başlıyor sokakta. Kıştan sonra uyanan doğa gibi her sabah sokak sakinleri de yeni bir güne uyanıyor. Fırından çıkan ekmek kokusu sokağın her yanını kaplıyor, kokuyu alan evin en küçükleri tespih taneleri gibi diziliyor fırının önüne. Alarmsız bir uyarı sistemiyle çalışıyor bu sokaktaki dükkanlar, kimisi kepenk sesiyle kimisi de çevreye yaydığı kokuyla haber veriyor satışa hazır olduğunu.
Tüm bu koşuşturmacanın içinde herkesin gözü en az bir kere ahşap binaya kayıyor. Siyah demirden bahçe kapısının üstünde koskocaman yazıyor: Nazır Ailesi No:13. Tüm ahşap bina sahiplerinin evlerini müteahhite verdiği dönemde bu duruma karşı çıkan tek aile Nazır Ailesi oluyor. “Ölürüm de yuvamı o akbabalara bırakmam!” diye söyleniyor o dönem evin büyüğü Rıfat Nazır Bey. Çocukları alacakları paranın hayaliyle ne kadar ısrar etseler de zamanla bu düşünce onların da kanına giriyor. Onlar da kesin bir kararla reddediyor tüm teklifleri. Ailenin bu keçi inadı da birçok özellikleriyle birlikte genlerine işleyerek tüm torunlarına geçiyor. Olaya yüzeysel bakan herkes bu durumu ahmakça bulsa da aslında Rıfat Bey’in bu tutumu, özüne bağlı biri oluşundan kaynaklanıyor. Ne zaman ne de insanlar, değiştiremiyor onu. Evinin bahçesinde kahvesini yudumlarken evini seyredip “Tüm boğazı üstüme yapsalar yine de vermem!” diye söyleniyor kendi kendine.
Kuşduymaz Sokağı'nın göz bebeği bu ahşap evde şimdi ise ailenin son ve tek varisi Bilge Nazır kalıyor. Evin sadece bir odasını kullanan, büyük dedesinden aldığı inatçılığı büyük bir özveriyle devam ettiren, zaman kavramını unutan ve “Tüm boğazı üstüme yapsalar yine de vermem!” diye söylenip duran bir bilim insanı. Evet; ahşap evde oturan, geleneklerine bağlı ve oldukça inatçı bir bilim insanı! Odasındaki masanın başında oturmuş, neredeyse iki gündür uyumadan yazmaya ve düşünmeye devam eden Bilge Nazır; dedesinden farklı olarak bir konuda daha inadını sürdürmekte.
“Kim ne derse desin, kaybolan o gezegeni bulacağım!”
(Diğer eserlerimden farklı olarak yeni bir tür denemesidir. Görüş ve önerilerinizi bekliyorum. Sürç-i lisan ettiysem affola.)