ANA AKTÖR KÜRT BİRLİĞİ OLABİLİR
1970'lerde Diyarbakır veya Ergani'de yapılan toplantılarda, Marksizm, sosyalizm, işçi sınıfı, köylülük, sınıf mücadelesi, Şubat ve Ekim devrimleri, Sovyetler ve o dönem var olan Sosyalist Sistem, Sovyet Amerika dengesi(Detant), soğuk savaş, Mao, Maoculuk, Enver Hoca -Arnavutluk, Vietnam, millî mesele, sömürgecilik, değişik hareketler, örgütler, partiler bıkıp usanmadan tartışılırdı.
Kürt hareketleri Kürt sorununu öne çıkarır; Türkiye'de birlikte örgütlenmeyi, sınıf mücadelesini öne çıkaran sosyalist hareketler de, Kürt sorununu, sosyalist devrim sonrasına erteler, bir anlamda küçümser, öteler, ikinci planda ele alınmasını, sınıf mücadelesinin bir parçası olarak görülmesini isterlerdi.
Esas anlatıya geçmeden şunun altını çizmek isterim. 1970'lerde Kürt meselesinin teorik olarak Türkiye'nin gündemine gelmesinde (Özgürlük Yolu Dergisi'nin katkılarını da unutmadan) en büyük katkıyı, Rızgari dergisinin/hareketin yaptığını gönül rahatlığı ile söyleyebilirim. Sanırım dergi olarak 7 sayı çıktı ve 7'si de toplatıldı. Her sayının tekrar basımı yapılarak, bin bir zorlukla okuyucuya ulaştırıldı. Emeği geçen herkese teşekkürler...
Kürt halkı ve biz aydınlar sizlere minnettarız.
O dönem Rızgari dergisi, Kemalistlerin Türkçü ideolojik algı yaratma mücadelesinde büyük gedik açıtı. O çarpık, inkârcı düşünceyi/ideolojiyi iğdiş edip, Kürt halkının varlığını gün yüzüne çıkardı. Türkçülüğü ve Kemalizmin ırkçı yüzünü teşhir etti.
Ben, Rızgari dergisinden Kemalist rejim ve Kürtlerle ilgili çok şey öğrendim. Derginin çıkarılmasında, dağıtımında ve düşünce üretiminde emeği geçenlere kendi adıma da teşekkür ediyorum.
ÖNGÖRÜSÜZLÜK MÜ, TUTARSIZLIK MI?
İçimde uhde kalan, beni hep rahatsız eden, yılardır düşünüp durduğum; hatta 5 yıl önce yazmaya çalıştığım, kaynaklar bulup okuduğum, notlar aldığım ama biraz çekindiğim, acaba haddimi mi aşıyorum diye tereddüt ettiğim; bunca Kürt aydını, siyasi lideri, yöneticisi dururken Ali Haydar sana mı kaldı veya bu mesele senin boyunu aşar diye aklımda gelgitler yaşadığım önemli hem de çok önemli bir konuyu büyüklerimin; bu işin erbabı olanların hoşgörüsüne sığınarak, kendi düşüncem olarak yazmaya çalışacağım.
Peşinen söyleyeyim: Bu yazımı kimi okuyucunun hiç bir yana çekmesine gerek yok. Beni tanıyanlar, bilenler bilir. Hiç bir siyasi beklentisi olmayan yalnızca mazlumun yanında; haktan hukuktan, adaletten, doğrudan yana olan ve 50 küsur yıldır mücadele eden; son altı aydır yazarak düşüncelerini kamuoyu ile paylaşan bir aydın, matematik öğretmeniyim.
Konu veya soru şu: Kürtler neden başarılı olamıyor?
Konu ile ilgili çok değişik düşünceler olduğunu biliyorum. Konunun çok derinlemesine, kapsamlı bir şekilde incelenmesi gerektiğini de biliyorum. Hemen size, coğrafik, ekonomik, sosyolojik, kültürel, siyasal, psikolojik; iç - dış nedenlerle ilgili 25-30 madde sıralayabilirim. Bunlar zaten yazılıp çizildi, biliniyor. Benim meramım bilinenleri tekrar etmek değil. İşin ana halkasını görmek veya yakalamak temel hedefim olacaktır (tabi başara bilirsem).
İzninizle tarihsel olarak konuyu, özetleyerek düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Kürtler bu coğrafyanın en kadim halklarındandır. Onu yok sayan Cumhuriyet dönemi Türk yöneticilere inat, Kürtler en az 30 milyon kadim bir halk olarak kedi topraklarında yaşamaya devam ediyorlar.
1070'lerde Türkler Anadolu'ya 250 bin kişi ile geldiğinde, Anadolu Bizans'ın egemenliğinde ve 60 milyon nüfusla bu topraklarda değişik halklar yaşıyor. Türkler oymak oymak yeni Müslümanlığı kabul ederken (Çünkü işlerine geliyor, gaza, fetih ve ganimet bölüşümü ile ölünce cennete gitme vadi var) Kürtler Halife Ömer döneminde 7.yüzyılda Müslümanlığı kabul etmiş veya zorla kabul ettirilmiştir. Araplardan sonra Müslüman olmuş, etnik köken olarak ikinci halktır. Kürtler, Türklerden en az yaklaşık 500 sene önce Müslümanlığı kabul etmiş veya ettirilmiş bir halktır. Dahası var, Türkler Anadolu'ya akın akın gelmeye, yayılmaya çalışırken Kürtlerin bölgede üç tane güçlü site devleti var.
"O dönemde (850-1100) Bizans ile İran arasında üç Kürt devleti vardı. Gürcü-Ermeni cephesinde Şeddadi devleti, güneyinde Revvadiler ve bugün Silivan-Meyafarqin, Cizre ve Musul bölgesinde de Mervaniler hüküm sürüyordu."(Mahmut Akyürekli, Rudaw TV programı)
Kürt siyasetçiler ve yazarlar, Türklerin Anadolu'da başarılı olmasının arkasında Kürtlerin özellikle Mervani Kürtlerinin desteğinin olduğunun, Malazgirt Savaşı'nda 20 bin Kürt askerinin Alpaslan'ın ordusunda, Romenos Diogenes'e, Bizans'a karşı savaştığını söyler veya yazarlar. Peki, Alpaslan'ın ordusu ne kadar? Takriben 50 bin asker. Demek ki hemen hemen yarısı Kürt askeri. Sonra da Türkler savaşı kazanır başarılı olur ve Mervani Kürt site devleti ve diğer Kürt site devletlerini de ortadan kaldırarak Anadolu Selçuklu Devleti'ni kurar; Anadolu'daki halklara kök söktürür, kendisi Anadolu topraklarında kök salar. Daha sonra da kurmuş olduğu 27 Anadolu Türk beyliğinden Bilecik merkezli Osman Bey'in beyliği tüm beylikleri ortadan kaldırarak 622 yıllık üç kıtada hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu’nu kurar. Hadise bu...
Peki, Kürtler nerede? Ne oldu Kürtlere?
Kürtler yok. Kürtler mağdur oldu.
Neden yok, neden mağdur oldu? diye sormayacak mıyız?
Tüm Kürt aydınlara ve siyasilere havarım, çığlığım, ricamdır: Bırakın sağda solda suçlu aramayı ne olur biraz kendinizle yüzleşin. Neden kendi üç site devletiniz var iken ve siz Türklerden önce Müslüman iken; tek tek veya birlik olarak neden Müslümanlık adına Bizans'a, "Gavura" kılıç sallayıp/çalıp gaza, fetih veya ganimet elde etmediniz. Neden Anadolu'yu fetih edip büyük Mervanistan’ı veya başka bir isimle bir Anadolu, Mezopotamya imparatorluğu siz kurmadınız? Bunu hiç düşündünüz mü? Neden tanımadığınız bilmediğiniz, bu toprakların yabancısı olan bir kavime destek oldunuz da kendi devletlerinizin sonunu getirdiniz? Neden Türklerin yaptığını siz yapmadınız veya yapamadınız?
Savaşçı bir milletsiniz ve bu toprakların kadim halkısınız, ayrıca o dönem üç site devletleriniz vardı.
Neden (daha sonra da açıklayacağım) hep birilerinin payandası olmayı tercih ede geldiniz. Birilerinin yanında ikinci olmayı tercih ettiniz, hâlen ediyorsunuz. Burada hastalıklı bir durum yok mu?
Düşmana karşı birileri önde siz arkada kalarak, neyin hesabını yapıtınız? Böylece kendinizi korumaya alıp yaşamınızı garantiye mi aldınız? Ya da sorun öngörüsüzlük, kendine güvensizlik mi, devlet kurma geleneğinizin olmaması mı?
Ama o dönem güçlü site devletleriniz var.
Göçebe iseniz, Türkler de göçebe; onlar savaşçı ise sizde savaşçısınız. Onlardan en az 500 sene önce Müslüman olmuş ya da oldurulmuş bir kavimsiniz.
Sorun ne?
Biraz değil, çok ama çok düşünmelisiniz.
Devam edelim.
Erdebil tarikatının liderlerinden Şah İsmail, Osmanlı Padişahı 2. Beyazıt’a haber vererek Erzincan üzerinden güneye inerek uzun Hasan'ın Akkoyunlu Devleti'ni ortadan kaldırmaya yönelir. Kürt beyleri İdrisi Bitlis'in( İdrisi Bitlisi Akkoyunlu Devleti'nde o dönem görevli yazman/kâtip) liderliğinde Şah İsmail ile görüşür ve kendileri ile birlikte olmak isteklerini dile getirir (Şah İsmail o dönem Alevi inancına/anlayışına yakın. Daha sonra inancı bu günkü Şia’ya dönüşür). Dikkat edilirse Kürlerin büyük çoğunluğu Şafi ve Hanefi mezhebinden olmasına rağmen Alevi Şah İsmail'le birlikte olmak isterler. Bu durum da bir ilkesizlik, öngörüsüzlük, ya da tutarsızlık değil midir? Kendi içinde birlik olup, kendi varlığını korumayı değil yine birilerinin yanında ikinci olmayı tercih etme durumu söz konusu; hem de hiç bir arada olmayacak biri birine zıt iki veya üç mezhebin, varlığına rağmen.
Bu birlik arayışı da hastalıklı değil mi?
Tabi Şah İsmail Kürt beylerini ciddiye almaz içeri attırır. Ne zamanki devletinin doğu sınırları tehlikeye düşer, Kürt beylerini bırakır, bir kısım Kürt aşiretlerini Horasan bölgesine yerleştirir. Bugünkü Horasan Kürtlerinin büyük çoğunluğu o dönemde gönderilenlerdir.
Konumuzda devam edelim, içerden çıkan salıverilen Kürt beyleri yine İdrisi Bitlis'in başkanlığında 25 Kürt Bey'i bu kez Yavuz Sultan Selim'e giderler. Osmanlı ile birlikte olmak isteklerini dile getirirler. Yavuz beylerin, önerilerini olumlu karşılar ve oturup anlaşma yaparlar. Kısmen Kürtler kendi topraklarını ve beyliklerini güvence altına alırlar. Detayına girmek istemiyorum çünkü konumuz, meramımız bu değil. Bu anlaşmada iki husus bana göre çok önemlidir.
Birincisi; yapılan anlaşmaya göre hiç bir Kürt Bey'i başka bir Kürt beyinin toprağını işgal, ya da alıp kendi toprağına katamayacak. Böyle bir girişimde bulunan Kürt beyi cezalandırılacak ve Osmanlı askeri Kürt beyinin topraklarına müdahale edecek. Bu maddeyi görünürde olumlu görebilirsiniz ama kazın ayağı hiçte öyle değil. Osmanlı'da oyun bitmez. Amaç Kürt beylerinin topraklarını korumak görünse de, asıl amaç bir beyin güçlenerek diğer beyleri kendi egemenliği altına alarak Kürt devletini kurmayı engellemektir. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu böyle kurulmuştu. Küçük bir beylik diğer beylikleri ortadan kaldırarak kurulmuştu.
İkincisi; Kürt beylerinin Osmanlı ile (padişahla) ilişkilerini kim sürdürecek, hangi bey sürdürecek konusunda yaşanılan sorundur. Yavuz "Temsilcinizi seçin, devletimle ilişkileri onun üzerinden sürdürelim" der. Kürt beyleri bir araya gelip tartışırlar ve birbirlerine (bu günde bu durum aynen devam ediyor) güvenmedikleri için başkanlarını yani mirimiranlarını seçemezler. Yavuz Sultan Selim'e gidip durumu anlatırlar. Yavuz da İdrisi Bitlis'e "Sen ol der."
Parantez açarak şunu belirtelim İdrisi Bitlisi, Şah İsmail tarafından yok edilen Akkoyunlu Devleti sonrası Osmanlı padişahı 2. Bayezid'e sığınmış, Osmanlı'ya irtica etmiştir. Akkoyunlu Devleti'de yazman/kâtip iken, Osmanlı sarayında terfi ettirilerek nişancı, divan katipliği ve lalalık görevlerine getirilmiştir. Bayezid'ın ölümünden sonra oğlu Yavuz Sultan döneminde Kürt beyleri ile yapılan anlaşmanın, koordinatörlüğünü veya öncülüğünü yapmıştır.
Burada da çıkarılacak iki ders yok mu?
Birincisi: Yine Kürtler kendileri birlik olup Anadolu ve Mezopotamya'ya açılmıyorlar.
Kendi aralarında güven, birlik; öngörü, vizyon yok!
Ya da yine küçük hesaplar nedeniyle ikinci planda kalma gönüllülüğü, veya tutarsızlığı var.
Diğeri de: Kürtler kendi kendilerini yönetemiyorlar. Bu hastalıklı bir durumdur. Birilerinin mutlaka onları yönetmesi gerekir. Kendi aralarında mirlerini seçemeyip (O olgunluğu gösteremiyorlar) atamayı kabul ediyorlar.
Sonucu biliyoruz, Yavuz Kürtleri yedeğine aldıktan sonra tüm Ortadoğu ve Mısır'ı Osmanlı topraklarına katıyor. Halifeliği de paytakta getiriyor. Şah İsmail de Pers, bu günkü İran topraklarına çekiliyor.
Tanzimat ve Islahat fermanları sonrasını, Cumhuriyete kadar dönemi değişik yazılarımda işledim. Merak edenler yazılarımdan okuyabilirler. Şimdi millî mücadele döneminin Kürt politikasına bakalım.
Bizzat M. Kemal şöyle diyordu: “Musul bizim için çok önemlidir. Birincisi, Musul’da sınırsız servet oluşturan petrol kaynakları vardır... İkincisi, onun kadar önemli olan Kürtlük sorunudur. İngilizler orada bir Kürt hükümeti kurmak istiyorlar. Bunu yaparlarsa bu düşünce bizim sınırlarımız içindeki Kürtlere de yayılır. Buna engel olmak için sınırı güneyden geçirmek gerekir…” (M. Bayrak: Kürtler ve Ulusal-Demokratik Mücadeleleri, Özge Yay. Ank. 1993 s. 434)
Mustafa Kemal Kürt liderlerden ve dönemin aydınlarından daha ferasetli, akıllı ve kurnaz çıkar, oyunu istediği gibi kurar ve milli mücadeleyi kadrosu ile birlikte başarıya ulaştırır.
Daha sonra Mustafa Kemal oyunun ikinci aşamasına geçer ve Kurucu Meclis’le, Kurucu Meclis Anayasası olan 1921 Anayasasını fes eder. Cumhuriyet'i ilan ederek 1924 Anayasasını yürürlüğe koyar. Artık Kürtler oyunda yoktur, inkâr ve asimilasyon dönemi başlar. Bu günkü problemin sebebi olan Türkçülük ve Türklük geçer akçe olur. Dönemin şahidi Nazım Hikmet bu konuda bakın ne diyor:
“Anadolu milli kurtuluş hareketi yalnız Türkler için değil, Kürtler için de tarihlerinin en şerefli sayfalarından biridir. (...) Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra, Türk idarecileri ve egemen çevreleri, tanımayı vaat ettikleri millet ve insan haklarını tanımadı, hatta işi Kürt milletinin millet olarak varlığını bile inkâra kadar götürdü.” (Bkz. M. Bayrak: Kürdoloji Belgeleri-1, s. 530)
Evet, oyun ortada. Sorun devam ediyor.
Bu konuda ki düşüncelerimi daha önce yayınladığım yazılarımla kamuoyunun bilgisine sunmuştum.
Kısa ve özet olarak şunu diyebilirim: Kürtler 1. Dünya Savaşı'nda birlik olup hayal ettikleri (Daha doğrusu acaba topyekûn Kürtlerin böyle bir hayali var mıydı, diye sormak gerekir) Kürdistan'ı kuramadılar. Parça parça dağınık bir şekilde bir şeyler elde etmeye çalıştılar ama onda da başarılı olamadılar. Yine Kürt siyasiler ve aydınları, "Çanakkale'de ve milli mücadelede Türklerle birlikte mücadele ettik, Türk yöneticiler bizi kandırdı" diyorlar. Bir anlamda ağlayıp sızlanıyorlar. Ya da öfkeleniyorlar.
Bunlar sosyal, tarihsel olaylarda geçersiz şeylerdir. Sosyal, siyasal, toplumsal olaylarda duygulara yer yoktur, yalınız ve yalnız gerçekler vardır. Gerçekçi olup kazanmak vardır. Tarihi ne yazık ki haklılar değil kazananlar yazıyor. Şunu sorma hakkımız olmuyor mu? Neden güzel Kürt kardeşim, neden sen kendin olamıyorsun? Hep başkaları için savaşıyorsun. Hiç mi tarihine, geçmişine bakmıyorsun. Yukarıdaki tarihsel kırılma noktalarına bir bak. Üzerinde bir düşün. Yeryüzünde 30 milyon devletsiz, kimliksiz, tanınmayan bir halk var mı?
Kürt siyasetçiler, Kürt aydınlar hiç kimsede kabahati aramayın derim. Kabahatin büyüğü sizde. Hep birileri için çalıştınız, var oldunuz. Biraz kendiniz olun. Kendiniz için çalışın. Bir sürü mazereti, kabahati, acımayı, acındırmayı bırakın. Öfkeyi de bırakın. Keskin sirke küpüne zarar verir. Kürtler zeki bir ırktır. Hastalıklı ikinci olma, ya da önde olmama (nedenini düşünelim) ve onlarca mazereti atın bir kenara.
Kürtler için bugün çok uygun tarihsel bir fırsat var. Muazzam da bir Kürt, Kürtlük bilinci var. Vatan, Kürdistan bilinci var mı ondan çok emin değilim.
Ancak hastalık ve dağınıklık devam ediyor. Önemli Kürt siyasi partileri farklı devletlerle ilişki halindeler. Acınası bir durum kendi aralarında diyalog, birlik, yardımlaşma, dayanışma yok. Cellatları ile var. Bir cellattan aman dileyip diğer cellatlardan kurtulmak istiyorlar. Oysa cellatlar ortak hareket ediyorlar. Bunu Güney Kürdistan'daki bağımsızlık referandumunda hep birlikte yaşayarak gördük. Bunu da mı görmüyor musunuz? Neden bu tarihî gerçeklerden ders çıkarmıyorsunuz?
Bu körlük ve dağınıklıkla devam ederseniz, bağımlı, köleci yapılardan kurtulmanız, bana göre özgürleşmeniz mümkün değildir.
Ulusal davada siyasi, askeri, diplomatik birlik elzemdir. Bütün sınıf ve katmanlar buna dâhildir. Bırakın ideolojik saplantıları; küçük küçük dükkânlarınızı; birbirinizle rekabet etmeyi, sosyal medyada biri birinize söz yetiştirmeyi, didişmeyi, zaman küçük küçük dükkânlar zamanı değil; güçlü, merkezî marketler, plazalar zamanıdır. Gücünüzü elinizdeki maddi ve manevi sermayenizi bir araya getirin. Kürt burjuvazisi ile birleşin/bütünleşin. Yurt sever bir Kürt burjuvazisi oluştu bu yeni oluşum Kürtler açısından büyük bir kazanımdır. Kürt burjuvazisi olmadan ulusal birlik ve başarı olmaz. Hep birlikte pıtrak gibi yayılın Kürt coğrafyasına. Birlikte bin bir çiçek olun.
Kürt siyasi hareketleri ve aydınları, başarılı olmak isteyen bir uzun yüksek atlayıcı gibi önce geri geri gitmeli ve durup derin nefes almalı (Kedisi ile yüzleşip, geçmişini, tarihsel hatalarını, ve şimdiki durumunu iyi değerlendirmesi için) sonra Ulusal Birlikte bir araya gelen halkı ile birlikte zafere, özgürlüğe koşarak altın vuruşunu yapmalı.
Güneydeki tarihsel, geleneksel, muhafazakâr olan ile dört parçada ve dünyada en büyük güce ulaşmış bulunan yeni, seküler olanın Ulusal Birlik temelinde mutlaka diyalog ve işbirliği içinde olması; diğer tüm sınıf ve katmanları da yanlarına almaları gerekir.
Ayrıca güney, kuzey ve batıdaki Kürtlerin kazanımları, tüm Kürtler için çok kıymetlidir. Her Kürt bu kazanımları Göz Bebeği gibi korumalı; parçalardaki yapılara, yönetimlere saygılı olmalı ve destek vermelidir. Elde edilen kazanımların korunması ve ilerletilmesi, grup çıkarları, dar ideolojik görüşler, siyasi ve ekonomik rantlar uğruna feda edilmemelidir.
Oluşturulacak Ulusal Birliği'nin bu parçalar üçayağı olabilir. Bu talep mazlum Kürt halkının büyük beklentisidir. (Daha yeni Amedspor'un başarısı, kutlamalar ulusal dirilişi ve uyanışı gözler önüne serdi) Atalarınızın tarihte yapamadığını sizler yapabilirsiniz. Şartlar buna uygun. Küçük değil büyük düşünün. Tüm Kürt aydınları, siyasetçileri bu konuya yoğunlaşmalı. Yangına körükle gidilmemeli, ayrıştırıcı, bölücü olunmamalı; sıradan insanlar kişileri, bir tık üste olanlar olayları, sorumlu akıllı insanlar ise fikirleri tartışır. Kürtler kişileri, olayları değil fikirleri tartışmalı. Çıkış yolunu, demokratik zeminde fikri tartışmalarda aramak gerekir. İşe yaramayan alışkanlıkları bırakıp zihniyet değişikliği yapılmalı. Yaşayan ve yaşamayan tüm Kürt liderlere ve aydınlara karşı saygılı olunmalı. Onların Kürt halkının mücadelesi için nelere katlandıklarını bir düşünün derim; liderleri değil fikirleri konuşmalı, tartışmalıyız.
Dostun, Kürdün yarasına derman olmayan sözü yaralamasın onları.
Kısır tartışma ve çekişmelerden çıkılmalı...
Yazmak ve paylaşmak iyidir; bu konuda zengin bir düşünce, fikir, tartışma ortamı yaratılmalı; yeni yaratıcı şeyler söylenmeli derim. Çok mu hayal kuruyorum? Bilemiyorum olabilir, belki benim yaptığım göle maya çalmaktır. Olsun, bende bilge hoca gibi "ya tutarsa!" diyorum. Rasgele...
Kişisel bir beklentim yok. Derdim mazlumun yanında olmaktır.
Fikir düzeyinde eleştiriye açığım.
Kürt arkadaşlarımın birçoğu, Kürtler için: "Kürtler adam olmaz hocam, Kürler biri birini çekemez, hasut ve kindardırlar kendini fazla yorma, böyle gelmiş böyle gider" diyorlar. Bu anlayış, Kürtler arasında yaygın. Bir kült oluşmuş. Ben de diyorum ki bu anlayış ve bu kült/düşünce yanlıştır. Her hastalığın bir tedavisi nasıl ki varsa, Kürtlerdeki bu hastalığın da mutlaka bir nedeni ve tedavisi vardır. Tedaviye kendimizden başlamalıyız.
Kapris ve egodan; kişisel, örgütsel ve aşiretsel çıkanlardan uzak durup önce hastalığa tanı koymamız gerekiyor.
Sizin ışığınız bilginiz, birliğiniz ve ulusunuzdur. Işığa yönelen pervaneler gibi onunla, kendi aranızda ve dünya ile bütünleşin!
Küçük değil büyük düşünmenin zamanıdır.
Kürtler, 21.Yüzyılın ilk çeyreğini geride bırakmaya başladığımız bu tarihsel dönemeçte; Ortadoğu'da Ulusal Birliği ile değişim ve dönüşümün ana aktörü olursa taşlar yerinden oynar kendisi özgürleştiği gibi, diğer halkların özgürleşmesinin de ana itici gücü, esin ve ilham kaynağı olabilir.
Tüm Kürt aydın ve siyasetçileri tarihi bir sorumlulukla karşı karşıyadır.
Tarihi fırsat kaçırılmamalı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.