SUZAN SUZİ…
Diyarbekir’in, Diyarbekirlinin uzun yıllardır dinlerken hüzünlendiği “Suzan Suzi” türküsünün sözleri her dinlediğimde etkiler beni.1996 yılında Amid-i Nur adlı kitabımla hayatını yazdığım Abdüssettar Hayati Avşar Beyle yaptığım sohbette uzun bir konu başlığım da musiki diyarı Diyarbekir’in sözleriyle iç acıtan şarkısı Suzan Suzi’nin nasıl ortaya çıktığıydı.
Abdüssettar Bey, küçük radyosunun hoparlöründen Suzan Suzi’yi dinleyerek, eski bir acının yüzüne vurmasıyla oluşan bakışlar altında anlatmaya başladı. “Söz uçar yazı kalır.” şiarıyla ben de bu anlatıdan küçük bir anlatı oluşturdum.
Abdüssettar Bey’in, çocukluğunu, eğitim hayatının küçük bir bölümünü birlikte geçirdiği, ortaokuldan arkadaşı Nakif, ortaokulu bitirdikten sonra Eskişehir’e gitmiştir.
İkinci Dünya Savaşının sona ermesini takip eden günlerde, teknik alanda görev yapacak subay ve astsubayları eğitmek maksadıyla Eskişehir’de kurulan “Hava Makinist Okulu”u (Hava Uçuş Okulu) bitirerek pilot olmuştur.
Mesleğinde başarılı biridir. Fakat asi ruhlu ve kendi doğrusundan şaşmayan biri olması, sürekli sorun yaşamasına yol açmış, sevip gönül verdiği kızın Eskişehir Lisesi’nde öğrenci olması onun hata yapmasına yol açmıştır.
Nakif, ilk çılgınlığını Eskişehir Lisesine halk arasında pırpır diye bilinen tayyaresiyle gelerek yapar. Tayyarenin kuyruğu voleybol ağına takılması olay olmuştur. Olumsuzluklar peşini bırakmaz, vukuatları bununla da kalmaz, arkadaşlarıyla kumar (iskambil) oynadığı bir gün farkına varmadan uçağıyla kumandayı otomatiğe bağlayıp, Rus semalarını işgal eder. Ruslar tarafından ikaz ateşi (top ateşi) yapılınca geri döner. Meslek hayatı da bu olayla son bulur. Ana toprağı, Diyarbekir’e döndüğünde Toprak Mahsülleri Ofisinde ambar memurluğu yapar.
İşte bu dönemde Nakif, 1947 yılının Cuma gününe denk gelen bir Mayıs günü, arabasıyla Sem’an Köşkü’nün yanındaki Pamuk Köşkü’ne gelir. Köşkün sahibiyle yaptığı kısa sohbet sırasında ona alkollü içki teklifinde bulunur.
Köşkün sahibi cevaben:
- “Oğlum ben içki içmem, bugün mübarek bir gündür, siz de içmeyin” derse de bu söz Nakif’i etkilemez, söz, söz olur uçar.
O da arabasına aldığı konuklarıyla içki alemini bir başka mekânda gerçekleştirmek üzere yola çıkar. Kullandığı arabada, Kolordu Kumandanlığı Personel Subayı Celal Bey, Celal Bey’in hanımı, baldızı, bir yüzbaşı, yüzbaşının eşi Suzan Hanımla birlikte yedi kişi bulunmaktadır. Kırklar Dağı’na gider, içkilerini burada içerler. İyice sarhoş olmuşlardır.
Akşam karanlığında şehre dönerken, On Gözlü Körünün köprünün batı tarafındaki köşesinden viraj alırken, Nakif manevrayı yanlış alınca, araba içindekilerle birlikte nehre uçar.
Mevsimin ilkbahar oluşu nedeniyle karlar erimiş, yağışlar bol olmuş, Dicle nehrinin su seviyesi de artmıştır. Dicle, akşam karanlığıyla içine çektiği bedenleri bırakmamış, kendi suyunda sabaha kadar tutmuştur. Anlatılan odur ki suyun dibinde yatanların vücudu nehrin toprağıyla örtünmüş, özellikle Suzan adındaki güzelliği henüz solmamış kadının saçlarından çıkan taşlar-kumlar, taş yürekleri bile sızlatmış, arabadan hiç kimse canlı çıkamamıştır. Abdüssettar Bey, ortaokuldan beri tanıdığı arkadaşı Nakif’i kendi elleriyle toprağa verir.
İşte, Diyarbekir halkı, bu acı olayı unutmamış, özellikle genç Suzan’ın ölümüne ağlamış, Dicle nehrinden cansız çıkan bedenlerin acısını;
…
Köprünün orta gözü
Sular apardı bizi
Nakif gözün kör olsun
Öldürdün hepimizi
Sözlerinin de bulunduğu Suzan Suzi türküsüyle dillendirmiş, bu acıklı nağmeler günümüze dek söylene gelmiştir. Suzan’ın garip anası ağlamış, Diyarbekir halkı da Suzan’ı unutmamıştır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.