DİYARBEKİR’DE İPEKBÖCEKÇİLİĞİ
DİYAR-I İPEK-1
Dünya ticaretine dönemi itibariyle ayrı bir renk, ayrı bir veçhe ve ayrı bir özellik vermiş olup Çin’den “Orta Asya’ya” , İran, Anadolu ve Avrupa’ya giden yola, şarkılara, aşklara, savaşlara, iktidari güç mücadelelerine konu olan, “İPEK YOLU”
Kıta’ları birleştiren yola âlem (bayrak) olan ve İpek yolu diyerek, bugün de üzerinde kuvvetle durulan İPEK YOLU ipekçilikten-İpekböceğinden –ticaretten ayrı düşünülemez.
Çinlilerin-Japonların-Avrupalıların aynı yolu kat ederek sinema filmlerine alıp tanıttıkları İpek Yolu’nun bu isimle tanınıp yâd edilmesine sebep olan İpek-İpekböcekçiliğinin Diyarbekir için önemli bir yeri vardır. Bu yüzden “İpeğin Tarihçesi’nden” ve “Diyarbekir İpekçiliği’nden” biraz da olsa bahsetmek “Karanlıklara ışık saçmak, bilmeyenlere öğretip tanıtmak bir borçtur.”
Günümüzden dört bin küsur sene evvel Çin İmparatoru Hoangti’nin saray bahçesinde bir tırtılın dut yaprağı yediği ve sonrasında koza ördüğü görülür. İmparator bu kurdun hayatının tetkikini, takibini kızı Kraliçe Shi-ling-shi’ye verir. Bahçede ağaçlar arasında gördüğü ipek kozalarını alıp sarayda çeşitli tecrübelerden geçirdikten sonra ipek böcekçiliğini, kozadan ipek çekilebileceğini, elde edilen ipekten kumaş dokunabileceğini öğrenir ve sanat haline getirir. Sanat haline getirmesi sebebiyle ipekçiliğin Çin’de doğması sağlanmıştır. Çin’de Shi-ling-shi bir ipek ilahesi olarak tanınır. Ağırlığınca altınla takas edilmesi Çin’in zenginleşmesini sağlamıştır. Bu serveti kaybetmemek ve bu sanatın başka ellere geçmemesi için çeşitli kanunlar getirilir. Teşebbüs edenlerin idam edilmesi kanunlaştırılır. Diğer bir husus da ipekçiliğin Çin ile beraber İran’da da aynı zamanda geliştiği kaydıdır.
Çin prenseslerinden birinin (M.S 149) gelin olarak gittiği Cotan’a (Türkistan’ın eyaleti) saçlarının örgüleri arasında ipek böceği tohumu ile dut ağacı tohumunu götürdüğü tarihi bir vakadır. Çin’de asalet ve zenginliğin nişanesi olarak ipek görülürdü. Türkistan’ın Cotan Ayaleti’nde ipeğin bulunmaması Çin Prensesi’nin saçları arasında ipekböceği tohumu saklamasına sebep olarak bilinir. Çin İmparatorluğu tarafından sıkı bir denetimde olan ve başka ülkelerin elde etmemesi için ölüm cezaları koyduğu ipekböceğinin imparatorluktan ilk çıkışı olarak bilinir, rivayet edilir. Kore Yarımadasına ve Japonya’daki KİN-SCHİ adasına ve diğer bölgelere yayılmada Çin seyyahlarının paylarının yadsınamaz olduğu görülmektedir. Japonlar ipeğin önemine haiz bazı kanunlar çıkararak tarım ve tarımla birlikte ipek üretimiyle uğraşanlara askerlik yaptırmıyordu. Tarım, ipekçilikle bağlantılı bir süreci kapsar, ileri görüş ile oluşturulan kanunlar (M.S.605) Japon ekonomisine zenginlik katmış, yapılan çalışmalar insanlar arasında sevgiyle-istekle sanayinin gelişmesini sağlamıştır.
İpekböcekçiliği zengin bir sanayi olarak görülmüş, Tatar, Hint ve İran tüccarları tarafından Batıya doğru iyi bir ticari malzeme olarak oluşturulmuştur. Bizanslıların en muhteşem ipekleri doğudan gelmekteydi. Siyasi ve iktisadi sebeplerden dolayı kervanların Bizans’a gidememesi üzerine, Bizans imparatoru Justinien ipeğin hakiki mahiyetini öğrenmek için iki rahibi din giysisi altında Asya’ya göndermiştir. İki rahip Bizans’tan Çin’e doğru yol almış, uzun süre oralarda kalan rahipler ipek böceğinin yetiştirilmesi ve kozadan ipek çekilmesi işlemlerini öğrenirler. Dönüşte bastonlarının içine biraz ipekböceği tohumu ile dut ağacı tohumunu gizleyerek Bizans’a götürdükleri fakat ipekböceği elde edemedikleri tarihen sabittir. Şunu unutmamak lazım dut ağacının anavatanı Çin’dir.
İslamın; İran, Asya, Çin beldelerine girmesi ve ipekçiliği en ince ayrıntısına kadar elde edip Diyarbekir, Lübnan, Bizans, Sicilya, İtalya, Bağdat, İslam Âlemi, Fransa, Avrupa ve bütün dünyaya yaydıkları tarihi bir hakikattir. İpeğin lüks ve gösterişe meyyal bir nesne olması sebebiyle Hazreti Muhammed, Müslümanların ipekli giymesini yasaklamıştır.
1838 yılına kadar ipekböcekçiliğinin yayılma alanları, coğrafi varlığı tam olarak bilinmemektedir. İpeğin evcilleştirilmiş böceğinin tek gıdası dut yaprağıdır. Ilıman, tropik iklim kuşağı içinde kalan ülkelere yayılmış olan dut, Çin’den hızla birçok coğrafyaya yayılmış, kurak ve değişik toprak şartlarına uygunluğu, Anadolu’nun her kesiminde, her köşesinde yetişmesine, gelişmesine ve yayılmasına sebep olmuştur. Verimli toprakların bitkisi, ipeğin olmazsa olmazı dut ağacı, BURSA ve çevresinde, Güneydoğu Anadolu’da (DİYARBEKİR) böceğin gıdası olarak çok güzel değerlendirilmiştir.19. yüzyılın başında(1827) Diyarbekire gelen seyyahlardan biri olan J.S.Buckingham, Seyahatnamesinde: “Şehrin imalatları esas olarak ipekli ve pamuklu mallardır. Diyarbekir’de, Şam’da üretilenlere benzer, müslin (kalın ipekli) kumaştan yapılmış şallar ve mendiller, her renkte maroken deriler imal edilmektedir.” , “1500 kadar dokuma işiyle meşgul olan dokuma tezgâhı vardır, yaklaşık 500 tanesi pamuklu dokuyor ve Hasan Paşa Hanı’nda iş görüyorlar.300 tanesi de deri imalatçısı olup cilt işinde çalışıyor, ayakkabı, saraçlık ve derinin diğer tüketim dallarında faaliyet gösteriyorlar.”diye anlatır. Bir başka seyyah Vital Cuinet de Seyahatnamesinde : “Şehirde 28 maroken fabrikası,21 ipek ve keten kumaş imalathanesi,30 kumaş boyacısı, iyi kalitede ipek üretimi için ipek böcekçiliği yapılan evler bulunmaktadır.”der (Ş.Korkusuz, 2003,”Seyahatnamelerde Diyarbekir)
1845 yılında Bursa’da kurulan mancınıklı fabrikaların tam sayısını verememekle birlikte, el mancınık ve tezgâhlarında artış olduğu bilinmektedir. Koza, ipekböceği tohumu, ipek ticaretinde ilerleme görülmektedir.
1860 senesi ipek sanayinde gelişmenin olduğu dönem olarak görülmektedir. Şu bilgiyi vermeden geçmek hata olur.1856 yılında Fransa’da ortaya çıkan “Karataban” (PEDRİN) hastalığı ve Süveyş Kanalı’nın vasıtasıyla ucuz ipeğin ÇİN ve JAPONYA tarafından Avrupa’ya ulaştırılması Anadolu’da ipekçiliğin zarar görmesine sebep olmuştur.
Hasta olan ipek böcekleri, ipek sanayine büyük bir zarar vermekteydi. Louis Pasteur yoğun çalışmaların ardından, sağlıklı ipek böceklerinin yumurtalarını seçebilmek için yeni bir üretim teknolojisi geliştirir. “Hayatın Gizemi”, sorunu (felsefesi) çalışmalarında oluşan bilimsel halkanın asıl odak noktasını oluşturur.
1870’te hastalıksız tohum istihsal metodunun (Kese Usulü) PASTEUR tarafından pastör usulüyle bulunması, ipekböcekçiliğinin tekrar canlanmasını sağlamış.
1880 yılında Sirkeci’de bulunan “Ticaret ve Ziraat Nezareti’nde” yapılan sınavda sekiz kişi başarılı bulunup seçilmiştir. Bunlar Fransa’ya gönderilmiş, değişik enstitülerde(Mont-Pellier Ziraat Enstitüsü ) eğitim almaları sağlanmıştır. Fransa’dan 1883 yılında dönen öğrencilerden yedisi Halkalı Ziraat Mektebi’nde, birisi ise (Kevork Torkumyan) Hazine-i Hassa’ya (İstanbul) ait Çiflikat Dairesi’nde görevlendirilmiştir.
1883 yılında Bursa ipekçiliğini olumsuz etkileyen Karataban(PEDRİN)* ve Baygınlık* hastalıklarına çare bulabilmek için Düyun-i Umumiye İdaresi, Pastör’den yardım talebinde bulunur. Fakat Pasteur çok yoğundur, Mont-Pellier Ziraat Enstitüsü müdürü o yıl mezun ettikleri okul birincisi Kevork Torkumyan’ın bu iş için çok uygun olduğunu iletmiştir. İpek Böçekçiliği’nin ıslah işi için Torkumyan Efendi’ye 14 Şubat 1887 tarihinde teklifte bulunulmuş, titizliği ve çalışkanlığı ile bilinen Torkumyan “hastalıksız tohum istihlası ve böçekçilik fenninin öğretilmesi için Duyun-ı Umumiye İdaresi’ne bir layiha (tasarı) vermiş ve Bursa’da Pasteur usulü ile tohum üretimini yapacak ve eğitimini verecek bir mektebin açılmasını istemiş, öngörmüştür. 26 Şubat 1887 tarihinde takdim olunan bu layiha ile Pasteur usulüne uygun yerli tohumlar üretilmesi için bir Harir Darüttalimi açılması eğitim verilmesi beyan edilmiştir. 1 Mart 1887 tarihinde Duyun-i Umumiyye Meclis İdaresi’nde okunurken ziraat mekteplerinde okumuş bazı şahıslar bir önceki layihadaki uygulamayı tasvip etmeye devam etmişlerse de, meclis böcekçilik ve tohumculuğun yaygınlaştırılmasını tek çare olarak görerek okulun açılmasına kara vermiştir. Böylece 14 Nisan 1888 yılında Bursa Harir Darüttalimi adıyla açılan okulun müdürlüğüne Kevork Torkomyan Efendi getirilmiştir. Okulun mali açıdan desteğini Duyun-ı Umumiye İdaresi sağlamıştır.
1888 yılında Bursa’da ipekböçekçiliği ıslahı, yetiştiriciliği ve pastör usulü hastalıklardan arındırma çalışmalarının yürütüldüğü Darü’l Harir Mektebi “Enstitü Serıcıcole” (Bursa Harir Darüttalimi-Tohum Mektebi) açılması, uygulamalı olarak tohum elde etme ve böcek yetiştiriciliği için derslerin verilmesiyle geçen altı yıldan sonra 1894’te daha donanımlı bir enstitü kurulmuştur. Otuzbeş yıla yakın bir sürede enstitü müdürlüğünü Kevork Torkomyan Efendi yürütmüştür. Birkaç yıl boyunca verilen eğitimden sonra savaşlar birçok şeyi yok ettiği gibi ipekböcekçiliğine de zarar vermiş, koza üretimi azalmıştır.
İpekböceğinde en büyük hastalık olan ve böceklerin frengi hastalığı olarak anılan hastalık da Avrupa’dan Selanik-İstanbul yoluyla Anadolu’ya, buradan Bursa, Bilecik ve civarlarına sıçramış, ipekçiliği mahvetmiş, yok denecek dereceye düşürmüştür. İpek böceğinin frengi diye anılan ve “sâri” (nesilden nesile geçen) hastalığının ilmi ismi “Pedrin” olup halk arasındaki adı “karataban” hastalığıdır. Bu hastalığın mikrobunun adı “Nozema Bombisi”dir. Bursa ipekçiliğinin mahfından kurtuluşunda, Diyarbekir’den götürülen hastalıksız Bağdat cinsi ipek böcekçiliği tohumlarıyla Bursa ve civarında İpekböcekçiliği yeniden kalkınmış, can bulmuştur.1921’de Darü’l Harir adı yerine İPEK BÖCEKÇİLİĞİ MEKTEBİ (Ziraat –İktisat Vekâleti) adı kullanılmıştır. Mektepten mezun olanlara verilen diplomada “ZİRAAT VEKÂLETİ/ İPEK BÖCEKÇİLİĞİ MEKTEBİ ŞAHADETNAMESİ” başlığı görülmektedir. Diyarbekir, Antalya, Edirne ve Denizli’de birer İPEK BÖCEKÇİLİĞİ MEKTEBİ, Rize, Hatay ve Amasya’da KONTROLÖRLÜK kurulmuştur. Daha sonradan Bursa’daki mektebe “İPEK BÖCEKÇİLİĞİ ENSTİTÜSÜ” adı verilir. 1913’de Elazığ’da (El’aziz) Dar ül Harir Mektebi (İpekböcekçilik Mektebi) açılmıştır. Diyarbekir ipekçiliği Bursa ipekçiliğiyle yarışır hale gelmiştir.
Diyarbekir Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nden emekli olan Süleyman Kayaalp(Avşar) Elazığ’daki Dar’ül Harir Mektebi’nden (iki senelik bir mektep eğitiminden sonra) birincilikle mezun olmuştur. Diyarbekir’de ilk defa fenni olarak, mikroskobik muayeneden geçirilen ipekböceği tohumunu elde etmiştir. Elazığ’daki mektebin Diyarbekir’e naklinden sonra kardeşleri Abdüssamet Kani (Avşar)’ nin 1930( “Diyarbekir İpekböcekçiliği ve Tohumculuk Mektebi),Abdüssettar Hayati (Avşar)’ninde ağabeylerinin yolundan giderek 1937 senesinde “ZİRAAT VEKÂLETİ/ İPEK BÖCEKÇİLİĞİ MEKTEBİ ŞAHADETNAMESİ”ni birincilikle aldığı görülür.1937 yılında Yervant Tırpancıyan’da bu okuldan mezun olur. Kevork Torkumyan’ın, İpekböcekçiliği kitabı eğitimlerinin temelini oluşturur.
1937-İpek Böcekçiliği Mektebi Şahadetnamesi-Abdüssettar Hayati Avşar, Diyarbekir
Zübeyde Fidan Kırmızı arşivinden
1940’lı yıllarda Hüsnü İpekçi(Babası Kemalettin “Hoca Efendi” ipekçilik-puşicilikte ustadır. Bundan dolayı soyadı İPEKÇİ olmuştur. Hüsnü İpekçi’de baba mesleğine gönül vermiş, soyadına yakışır şekilde mesleğini icra etmiştir.) ,Kemal Acet (Kitapçı Kemal Acet Ulu Cami civarında “eski belediye parkının” güney tarafında kitap satıcılığı yapan Acet, yıllarca Puşi dokumacılığı yapmıştır) ve Sami Hazinses (Asıl adı Samuel Uluç’tur. Çok iyi bir puşi ustasıdır. “Sami Hazinses, Hüsnü İpekçi yakın iki arkadaşlar, PUŞİ ustalığından sanatçılığa giden kaderlerinin dostluklarıyla pekiştiği görülmektedir.) İpek dokumacılığa 1946 yılında başlayan Muharrem Savaş,"üç yıl çırak ve bir o kadar da kalfa olarak Carlo-Nise ustaların yanında çalışmış, mesleğini en ince detaylarına kadar Ermeni ve Süryani hemşerilerinden-ustalarından öğrenmiştir.
Puşi – mantin çarşaf dokumacısı, Süryani Lütfi Dokucu yıllarca bu alandaki bilgi ve tecrübelerini yeni nesillere aktarmış, bu uğurda birçok çalışmaya katılmış, sanayinin şehir merkezinden başlayarak köylerde gelişmesi, genç kızların, kadınların aile bireylerinin ticari kazanımlar elde etmesi için uğraşmıştır.
1940’lı yıllarda ve sonrasında Diyarbekir’in Kulp ilçesinde koza üretimi çok gelişmiş, Kulp’a bağlı köylere Kaynak, Ağaçlı, Narlıca, Karpuzlu, İslam Köy’e tohum tüccarlığı yapan Hacı Halil Barut, Hüsnü Bulut tarafından tohumlar satılırdı. İklim, sıcaklık, bitki örtüsü her şeyden önemlisi dut ağaçlarının varlığı, yıllarca koza üretiminin sürmesini, ticari bir hayatın varlığını göstermektedir. Köylerde yatak örtüleri, perde, seccade, kilim, genç kızların çeyiz hazırlığının envai çeşit el emeği göz nuru ipeğin ışıltısını yansıtan çeyizlerinin en önemli öğesi ipek olmuştur.
1988 senesinde, Dört “Tepme Mancınık” tezgâhının ve tezgâh ustasının (Bursa’dan) Kulp’un Ağaçlı Köyüne getirilmesiyle uğraşmış, nahiyenin genç kız ve kadınlarının ipek çekme eğitimi almasını sağlamak için kırk gün Ağaçlı'da kalmış olan Lütfü Dokucu ve (Sonradan Belediye Başkanı olan) Yusuf Bayram’ın, günümüzde nahiyede sürdürülen ipek iplik üretiminde payları yadsınamaz.
Daha sonradan Türkiye’de tek ipek iplik üretimi yapan tesis, “(2009)T.C Kulp Kaymakamlığı İPEK İPLİK ÜRETİM TESİSİ” Ağaçlı köyünde(mahallesi) kurulmuş. Günümüzde de ipek tesisi varlığını sürdürmektedir. Fabrikanın tam zamanlı çalışması ile yılda ortalama 43 tona yakın kozadan 5 tona yakın ipek ipliği elde edilmeye başlanılmıştır.
Diyarbekir-Kulp, Köylerden Toplanmış Kozalar,ipek çekme dolaplarına götürülürken ( Zübeyde Fidan Kırmızı arşivinden)
İPEKBÖCEĞİ HASTALIKLARI
PEDRİN(KARATABAN)* :Karın ve ayaklarının yan taraflarında böceklerin siyah lekeler görülür. Gelişme yavaştır ve derilerini tam olarak atamazlar, eğer ipekböceği son yaşta bu hastalığa yakalanırsa başkalaşım geçirerek kelebek haline geçer ve yumurta vasıtasıyla hastalık yeni nesile geçer.
BAYGINLIK HASTALIĞI*:Sıcak ve nemli ortamlarda ortaya çıkan bu hastalığı bakteriler oluşturur.
SÜTLEME HASTALIĞI: Böceklerin vücudunun boğumları şişer, içleri irinle dolar, ayaklarından biri koparıldığında süt renginde bir sıvı akar. Bu hastalığı bir virüs sebep olur. Bulaşıcı bir hastalıktır
KİREÇ HASTALIĞI: Tabanı alçak, havalandırmanın yeterli derecede yapılmadığı, rutubetin %90–100, 24–28 derece sıcaklığın olduğu beslenme evlerinde oluşan bir hastalıktır.
Yukarda zikrettiğimiz hastalıklardan korunmak için Pastör usulü ile ipek böceği tohumu elde edilmesi yasa ile belirlenen bir husustur. Bu Avrupa’da da, Osmanlı’da da ve sonraları dünyanın her tarafında da uygulanan bir özellik olmuştur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.