Müstakil Düşünceler-2
Neden mutlu olamıyoruz? Bu soru üzerine zaman zaman düşündüm. Hayatın hangi döneminde olursak olalım tam olarak mutlu olmuyoruz, olamıyoruz. Bu durum ölene dek böyle devam edecekmiş hissine de kapılıyoruz kimi zaman. Peki neden? Bana sorarsanız cevabı gayet net: Çünkü insanız. Yapımız itibariyle yaptıklarımız ve elimizdekiler bizi tatmin etmiyor. Daha fazlasına sahip olabilme ihtimali bile bizi o anki mutluluktan menediyor. Halbuki her insanın hayatı, içinden geldiğince yaptıkları ve bu akış içerisinde sahip olduklarıyla güzeldir. Manevi açıdan kendimizi geliştirmek, bunun farkına daha iyi varmamızı sağlar.
Bakın doğaya; yapraklarını beğenmeyip daha iyi yapraklara imrenen bir elma ağacı görmediniz, değil mi? Akıl ve irade, bazen iyi bir şey değildir. Doğru yönetilmezse mutsuzluğu ve doyumsuzluğu getirir.
****
“Her gün aynı kalafat yerine çekilmenin nefreti, bunları, bütün bunları biliyorsun.” diye bir dize yazmış İsmet Özel “Mazot” şiirinde. Kalafat yeri; gemi ve kayıkların sızıntılarının giderildiği, onarıldığı yer. Şimdi dizeyi tekrar okuyalım. Ve tabii ki üzerine düşünelim. Bunun üzerine daha ne yazılabilir ki?
****
“Büyüklük bende kalsın.” cümlesini sık sık kullanıyoruz. Özellikle ödün verilmesi gereken konularda bir kurtuluş yolu olarak bu cümleye sığınıyoruz. Peki burada bahsi geçen “büyüklük” nedir? Birçoğumuzun aklına yaşça büyüklük veya olgunluk geliyor bu cümleyi kullanırken. Bana kalırsa buradaki “büyüklük” taşınan yükün ve sorumluluğun büyüklüğü. İnsan, taşıdığı manevi yüklerle doğru orantılı olarak tanıyor hayatı ve dünyayı. Bu yüzden bırakalım büyüklük bizde kalsın.
****
Bazen sadece bilmediğimiz değil bildiğimiz konularda da susmamız bizim iyiliğimizedir. Gerçek bilgi ve emek sessizken daha güzeldir. Muhatabının gözü önünde olmayan, şova dökülmeden ve gizliden verilen kıymet eşsizdir. Manevi şeyler, maddi olanların aksine göz önünde bulundukça kıymeti azalır. Bir mücevher; vitrinde, ışıklar içindeyken göze çarpar ve kıymetlidir. Manevi bağlar böyle değildir, olmamalıdır. Derinden ve gizliden ilerleyen bağlar kök salar ve daha kıymetli olur.
İlk cümlemize dönecek olursak sessizliğin kimi zaman çok faydası dokunur bize. Bildiğini sanan ile gerçekten bileni ayıran bu sessizliktir. Emeğin sessizliği.
****
Yaşadığımız üzücü depremin üzerinden üç aya yakın bir süre geçti. Milyonlarca insan sıkıntılar yaşadı, zorluklar çekti ve çekiyor.
Üzücü günü takip eden günlerde sürekli paylaşımlar yapan, sosyal medyayı bu paylaşımlarla dolduran insanlar vardı. Toplumun tümü gerçekten gözümüzü dolduran, takdire şayan paylaşımlar yapıyorlardı. Buz dağının görünen kısmı. Olayın üzerinden bir süre geçtikten sonra geçmişte yaşanan birçok olay gibi bu olay da rafa kaldırıldı. Elbette hayat devam ediyor; toparlanmamız, rutine dönmemiz gerek. Bunun farkındayım fakat toparlanırken bu olaydan manevi yara alan insanlara saygıyı elden bırakamayız. Ne yazık ki değil saygı duymak, eskisinden daha coşkulu işler düzenliyor toplumumuzdaki insanlar. Nedense olayın ardından sosyal medyadan sürekli duyarlı paylaşımlar yapanlar da aynı kesimdi. Gözesokulmaya çalışılanın samimiyetsizliği diyelim mi?
Toplumsal acının ömrü ne yazık ki kısadır. Asıl olan şahsi acıdır.