Milenyum Yüzyılında; nerede kalmıştık?
Dünya özellikle son 2 yy.dır çok vahşi bir sömürü ile karşılaştı. Batı olarak adlandırılan Avrupa kıtası, sömürgeci gemilerin kaptanı ve uygulayıcısı oldu. Bunun tarihi geçmişi 1400’lü yıllara kadar dayanmaktadır. 2 yy.’lık ve özellikle son yy.’lık süreçte; sömürgelerde, işgal ve kolonicilik yerine, batının beyaz elleri ile yaratılan baskıcı rejimler, sömürü politikalarının yeni adresiydi. 15.yy dan günümüze; milyonlarca insanın köleleştirildiği ve yaşamını yitirdiği sömürgecilik sonucu, Batı zengin bir eve dönüşürken, dünyanın diğer kısımları ise fakir bir mahalleye dönüştürüldü. Fakir mahallenin sakinleri kendilerinden alınan hayatları geri alabilme umudu ve hayali ile yönlerini zengin eve çevirdiler . Tarihte 350-800 yılları arası yaşanan kavimler göçü gibi, son yy.’lın, son çeyreğinde fakir mahallenin tüm sokaklarından zengin eve bir göç hareketi başlamış ve artan bir seyirle devam etmektedir. Göç hareketinin en önemli güzergâhlardan olan Akdeniz ve Ege denizi, ölüm denize dönüştü. Avrupa sömürgeciliğinin tarihsel sürecini, birkaç müzeye yapılacak ziyaret ile görmek mümkündür.
İki büyük dünya savaşı sonucunda şekillenen, Birleşmiş Milletler örgütü, sömürgeciliğin 20.yy’la uyarlanmasının kural ve işleyişini belirledi. En son 21.yy’lı, milenyum ve insan hakları yy. ilan edilerek, kan ve gözyaşları ile akan makyajları tazelenmiş oldu. Yeni makyaj malzemeleri, kendi elleriyle yarattıkları baskıcı rejimlerde, nefessiz kalan ve göç hareketliliğine başlayan, fakir mahalle haklarının yerlerinde kalması için, yarattıkları rejimlerinin, tasfiye sürecini programa bağlamaktı.. Bu programın adı; Yeni Dünya Düzeni ve fakir mahallenin kendince en çok sorun üreten mahallesi olan Ortadoğu’ya atfen, Büyük Ortadoğu Projesi adıyla taçlandırıldı(!). Her iki projenin ana fikri, 1990 ‘lı yıllarda sunulan BM Rio Bildirgesi ile somutlaştırıldı. Buna göre; sürdürülebilir yerinde kalkınma hedefli demokrasilerin güçlendirilmesi vs. hedefler belirlendi. Bunda başarılı olunması durumunda herkes yerinde kalıp, kalkınıp demokrasilerini güçlendirecekti. Yani herkes mutlu olacaktı.
Ortadoğu’da ise temel sorun olarak; radikal İslam, dörde bölünmüş Kürt’ler(Türkiye,İran,Suriye,Irak) ve yaşadıkları ülkelerde ki baskıcı rejimler, Şii-Sunni çatışması ve Filistin-İsrail sorunu gibi ana sorunsal başlıklarına pratik sahada çözüm aranacaktı.
Bu politikalar genel olarak toplumsal mühendislik projeleri ile hayata geçirilmek istendi ve sahada istedikleri verimi alamadılar. Yıllardır birbirleriyle savaşmış ve adeta birbirlerini boğazlamış yapılar bir çatı altına toplatılarak demokrasicilik oyunu oynatıldı. Irak ve Suriye’de, yapılmak istenen baskıcı rejim tasfiye süreçleri bu bağlamda kaosa dönüştü. Arap baharı Arap kışı oldu. Ayrıca Projenin en önemli ortağı ve Avrupa’yı kale duvarı gibi koruyan jeo-stratejik konuma sahip Türkiye’nin pozisyonu da önemli başlıklardan biri olmaya devam edecek . Sahada çöküşün nedenleri olarak; oyuna uygun kültürel alt yapının olmaması ile görev ve rol dağıtımında yapılan yanlışlıkları belirtebiliriz.
Sorunun çözümüne dair bu köşeye bağlı kalarak yazmak zor iş, belki de başka bir yazı veya yazılarla mümkün. Kısaca birkaç kelam olacaksa; Sorun, salt fakir mahalleden kaynaklı değil, asıl sorun, dünyayı bu hale getiren zengin ev sahiplerinin maskeli yüzleri ile kirli işlerinde eldiven kullandıkları “steril” beyaz ellerinde. Farklılıklarımızı zenginlik olarak kabul ederek, tüm kimlikler ve doğa ile barışık yaşamayı başararak, kendi radikal demokrasimizin inşaa sürecini önceleyip yeni bir yaşam mümkün diyemezsek; beyaz elin, havuç ve sopası eksik olmayacaktır.
Amed’lilerin deyimi ile mevzu derin.
Sahi nerede kalmıştık…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.