DİYARBEKİR MANİFESTOSU
1. Bölüm arşivde (Niye Ben Ölmüşmüyem)
2. Resmi dil bilmez ananın diaspora çocuğu, anadiline uyumsuz, resmi dile yabancı, çocuklarımıza parmak sallayarak vesayet bir emir kipiyle; -Türkçe konuşun, çok konuşun, varlığınız; varlığımıza kurban olsun!
İşe bak, anamızın diliyle büyüdük, resmi dile Fransızken, Fransız olduğumuz dil; anadilimizi bilinmeyen bir dil diye zabıtlara geçirdiler!
“Kart-kurt” karda yürüyen seslerden türeyen bir isimle sıfatlandırıldık, varsayın ki kışın bu seslerle isimlendirildik, kış bitti karlar eridi bahar geldi her taraf yeşillendi, sahi şimdi biz yeşillendik mi?
Bahara isim ve ses yakıştıramadılar ki; bir Newrozumuz vardı, onu da mutasyona uğratıp Nevruz yapıp yumurta tokuşturdular…
Oysa Newroz, uyanıştır, direniştir, isyandır, ateşin kutsanmasıdır…
Bu yapay yumurta tokuşturmaları kafa tokuşturmaya dönüştü, bu kez de kökten inkâr etmeye başladılar, Kürt yoktur, Kürt yoktur!
Biz her şeyi irdeledik, tersyüz ettik, irdeledikçe, tersyüz ettikçe DGM’de yargılandık, ama biliyorsunuz olağanüstü hallerde, olağanüstü biçimde büyüdük…
Acılarımız atalarımızdan 10 yaş büyüktü, oysa bilim kemik yaşımızın çocuk olduğunu, resmi zabıtlarla yaşımız büyütülüp zabıtlara geçildi, ölümlerden ölüm beğendik!
Beri de emir kipinde davud-i bir ses:
-Kim takar Yalova Kaymakamını!
Sonradan öğrendik ki Yalova Kaymakamı; Silifke’nin yoğurduyla, Afyon’un kaymağıyla, Çengelköy hıyarıyla meşgulmüş, cacık imal etmekteymiş, o’lala ne güzel memleket!
Oysa 1. Mecliste Kürtler için kurucu halk deniyordu eşit hak, özgürlük, mebuslara da Kürdistan mebusu deniliyordu…
Erkin derinliğindeki, tirancılar, turancılar, kafatasçılar, koalisyonlarla 1. meclisi ayıklamaya, elekle güneş toplamaya ve su taşımaya başladılar!
Birinci meclisten tek-tek düştü Kürt Mebuslar,
Kimi darağacında, kimi de nar ağacında kanadı
Ölümler kafiyeli, redifli, darda perdah, narda kan!
Ankara; Ankara Otelinde vals, smokinli dans!
İstanbul Pera Palas; Osmanlı artıkları, Kel Ali’nin Kılıç biatları,
İstiklal ah istiklal muhakeme katl senaryolarında!
İstiklal nereye giderse peşini bırakmayan Aliler divanı,
Dağkapı Meydanı, dar-dara yaslanmış, yeşili, soluğu alınmış bir koru
Seyirlik teras; Yalova Oteli, kaymakamı eksik
Kim takar Yalova kaymakamını, meydanda 49 Sait, 49 yafta
Şimdi biraz daha aşağıda kaldı Gazi Köşkü, süt banyosu!
Ankara Palas, Pera Palas’a inat; bit palas Saraykapı, İzzetpaşa caddesi, Anadolu Oteli!
Az aşağısı Diyarbekir Kalesi, Meryem-i Zal Kilisesi mapushane, konakları adliye, jandarma demoklesin kılıcı, mizanı şaşmış, ibresi kırık!
3
İsimlerini yüreğimde kutsal olarak sakladığım düşün emekçilerinin, caddelere, bulvarlara, meydanlara, sokaklara adlandırdım, şimdi söyleyemem!
Oradan geçerken hep o isimleri zikrederim, onları düşünürüm,
Belki de hissettiğim yerdedirler!
Miladı; Vedat Aydın!
Ardı sürmeli; Namık Tarancı, Hüseyin Değer, Remzi İl, Gaffar Okan, Musa Anter, Tahir Elçi…
-Sen tavşanın apış arası, midye dolması, ağzının tadı; regl!
Turp gibisin, kendini nimetten sayıyorsun, hop ağır ol bakayım hamasi söylev, ajitasyon çekme; sen ancak uçağa binebilirsin, seni tren paklamaz, meyve-i ahmak, sen ne hınzır şeysin!
Kurtalan ekspresi Haydarpaşa’dan yola çıkar, metropolleri yara-yara geçer, hemzemin geçitlerini, bozkırlar, nü tablolardır, yalın, çıplak, zülut, kompartımanlar can boyasıyla çizer portreleri, yüzleri, ardı sıra tüneller; bedenleri anakonda gibi yutar!
4 .Diyarbekir-Diyarbekir, kal û beladan beri mazlumların vatanı,
Dedim ki: Allahvekil bu şehir Diyarbekir!
-Sizin Sur’da “Toledo” evlere olan hayranlığınız, kadim kente tecavüzdür; Kadim bir kenti başka bir kentte kurban etmektir!
Ve hala resmi söylevlerle “Toledo-Toledo” deyip, son ütücü gibi kafa ütülediniz, vır-vır-vır, dır-dır-dır, zır-zır-zır,
Zıvanadan çıkarttınız;
Ve bastım kalayı dedim ki; Quzulkurt, ölünüz kalka, dirinizin ardına vere!
5. Biliyor musunuz insanın bir kalbi olur bir de başkenti,
Vesayet bir emir kipiyle, kalbimize eş, sakın kalp nakli yaptırmayın
Biliyorsunuz bizde yara çok, pansuman ve yara bandı kalbe yapışmıyor, derman da olmuyor!
Zira yüreğimizin bir başkenti var, ikinci başkente gerek yok, bu tür şeyleri bünye kaldırmıyor!
Sizin acılarınız, matemleriniz kanunca mecburi istikametli ve diplomatlı, kutlamalı, protokollü!
Bizim acılarımız, matemlerimiz kanunca yasak, ceza-i ehliyetli…
Buna rağmen;
Siz matemlerinize hiç yaslanmaz oldunuz, yaslangeç oldunuz!
Sadece hamasi söylevlerin arasına emir kipi ve vesayet bir dil sıkıştırdınız
Biz matemlerimizi 25 saat, 5 mevsim 13 ay yaşıyoruz!
Sizin mabetleriniz katedral, bizimkisi tek boynuzlu taş, birbirimizi kolluyoruz, erketedeyiz
Cim karnında mim, henüz fünyesi çekilmemiş, dinamit fıçısı patladı-patlayacak!
6 . Mezar taşları karşılıklı/etrafı
Tek katlı ve gözlüksüz hayır evi
Dayamışlar sırtlarını gecekondulara,
Sevda değilsen haber sal!
Her şey burada öyle doğal ki;
Kollarını açsan kartal, folklora katkı,
Çepik oyunu başlar, sevdaları kucaklar
Ama sen budalalıkla doldurmuşsun beynini!
Sur’da işte tam şu noktada, Ayşane Eli
İç çekişi Ayşe Şan’ın soluk alışına karıştı,
Bir kapıyı açtım ses yayıldı ve ardına kadar açtım
Le-le le waye, Ayşane le waye, mahkümo lé waye…
Kim-kimdik o gün, hatırlayamadım/şimdi
Hevselde delibardağan soyuyorduk,
Tek soyduğumuz delibardağandı,
Bir de çaldığımız vardı, o da sazdı!
“Çaldığım saza mı yanam”
Soyduğum delibardağa mı yanam!
Telsiz anonslarında gri gözlü kırlangıçlar, çığlıksever martı kaşlılar, arkalarında kirli kan, Önlerinde temiz ve vurulmaya namzet alkan, dayadım ak bedenine dudaklarımı, yareni öptüm-öptüm-öptüm, kahrın değilsem haber ver, acılarımız benzer!
Bak Newroz geldi, “Diyarbekir kına kokuyor, her köşe başında polis kimlik soruyor, Hicri İzgören’de yarasını gösteriyor” yaresi karanfil kokuyor…
Sen soluduğum oksijen, saklı suyum
Sen memleket, nihayet memleket
Sen taş sanatının mimarisi,
Küçelerinin minberi bile bazalt taştan
Qastalların yapıtaşı bazalttaş, adın kokulu!
Bugünün türküsüdür, ama yarın için söz veremem:
“Bahçada yeşil çınar,
Boyun-boyuma uyar
Ben seni gizli sevdim
Ne bilem âlem duyar!
Namludan çıkan her kurşun bir can aldı, katılaştı/acılar
Yukarda katılaştı, dolu olarak düştü,
Başımıza düşen kendi yapım uydularımız!
Varoş sokaklarda argo cümleler dudaklardan döküldü:
Feriştahınız gelsin, yürekçe söylenmiş bir cümle!
Surlardan sökülmüş bazalt taşlar mırıldandı, zorladı güçsüz belleğini, Yenikapı-Kore mahlesi Ahmed Arif'i görür gibi oldum, bir sonra ki sokakta Veysel Öngören’in Reşo’sunu, aşkın sevdakârı Selim’i, Allah’ın velisi asalı Alişan’ı, yılanların, akreplerin efendisi Şeyh Güzel’i gördüm!
Arbedaşın orta yerinde halaybaşı Diyarbekir sevdalısı İhsan Biçici, Arbedaş çeşmesinde rakılar sulandırılmış, muhabbetin dibinde cemaat…
Ve égit düğün alayını coşturdu:
-Bak cemaat hazır, oyuncular hazır-nazır, vurdu davul, çaldı zurna, elele verin lo başlasın artık delilo!
Bir kentin tarihini sevdaya salan şairlerin yürek izleri dolaştı-durdu hafsalamda!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.