DİYARBAKIR’DAN İTALYA’YA GİDEN ‘AKŞAM SEFALARI’
Hollanda’daki tatil dönüşü soluğu gazetede aldım. Hoşbeşten sonra genel Yayın yönetmenim hemen sadeden geldi;
“ Hayırdır? Nerede bu hafta ki yazı ? ”
“ Yazamıyorum müdürüm. Son zamanlarda ülkede yaşananlardan ve daha da yaşanabileceklerden dolayı çok kötüyüm, gerginim, üzgünüm, mutsuzum, kaygılıyım, korkuyorum. Tamam, iki haftalık tatil çok iyi geldi ama döndüğümde ülkeyi bıraktığımdan daha kötü buldum. Yaşanan olumsuzlukları yazmak istemiyorum çünkü yazan da çok, çizen de, dillendiren de. Hem yazsam bile bize reva görülenleri, yaşananları, yaşamak zorunda bırakıldıklarımızı tam olarak ifade edemeyebilirim kaygısı var. Ülkeyle ilgili kaygı, üzüntü hat safhadayken, bu olaylar yokmuş gibi yazmaya da yüreğim el vermiyor. O yüzden ne yazacağım konusunda hiç bu kadar zorlanmamış, sıkıntı çekmemiştim. ”
“ Yediğin içtiğin senin olsun, gittiğin gezdiğin yerleri yaz ” …
“ Düşündüm ama dedim ya ülkenin durumu, bunca yaşanan olumsuzluk vs… Sanki biraz koyun can derdindeyken, benim bırakın eti, etin lezzetinin derdindeymişim gibi geliyor. Oysa güzel bir tatil yapmış aynı zamanda bol bol malzeme toplamıştım, yani anlatacak çok şeyim var. Ama ama işte …”
“ Esas böyle günlerde azcık da olsa insanların haleti ruhiyesini rahatlatacak farklı şeyler yazmak, farklı pencereler açmak gazetecilerin görevi ” diyerek tecrübesini, pozitifliğini ve hep destek olan tarafını konuşturdu yine Müdürüm Mehdi TANAMAN. Hatta yıllar önce kendisinin bir tatil dönüşünde yazdığı olayı anlattı.
Gittiği şehirde tesadüfen oraya göç edip yerleşen Diyarbakırlı bir teyzemizle tanışmış. Bu teyzemiz uzun yıllar önce İtalya’ ya göç etmiş. Etmiş etmesine ama Diyarbakır’ dan da elini eteğini çek(e)memiş. Gelirmiş her yıl buralara. Kolay mı öyle?... Sonuçta insan bu, kökleri neredeyse çeker onu mutlaka... Sadece geldiğinde değil, yaş ilerledikçe beynini daha çok meşgul etmeye başlamış memleketi ve memleketiyle ilgili şeyler… Ancak çocuk denebilecek yaşta ayrıldığı için fazla malzemesi de yokmuş… Çocukluğuna dair iz bırakan şeylerden en hatırında kalanı, eski Diyarbakır mimarisiyle yapılmış evlerinin avlusunda yetiştirdikleri rengârenk akşam sefası çiçekleriymiş. Son gelişinde tohum götürmüş buralardan… Oradaki evinin bahçesine ekecek, her akşam açan çiçeklerine bakıp, o çiçeklerle, köklerinden bir parçayı orada yaşatacakmış. Döndüğünde büyük bir heves ve özenle ekmiş akşam sefalarını… Toprağını hoş, suyunu bol tutmuş. Tutmuş tutmasına ama sonuç istediği gibi olmamış. Niye mi ?... Aslında çok büyümüş akşamsefaları hem de çok; yeşerip serpilmiş, koca koca yeşil yapraklar açmış ancak ne yazık ki çiçek açmamış…
Teyzemiz “ Anladım ki, her tohumu bir yerlerden alıp başka bir yerde ekebilirsin, hatta yeşerte bilirsin bile; ama o tohum ancak kendini, kendi toprağında çiçeğe dönüştürebilir. Ona başka topraklarda kök salıp çiçek açtıramıyorsun. Çünkü güneşi farklı, havası farklı. Akşam sefalarım İtalya’daki evimin bahçesinde beni üzmemek için yeşerdi ama tıpkı içimde taşıdığım hüzün gibi onun da içi hüzünle doluydu, bir türlü çiçek açacak sevinci içinde bulamadı ” diye de yaşadığı şeyi can alıcı bir şekilde özetlemiş …
Sizi bilmem ama beni çok etkiledi müdürümün anlattığı bu tatil anekdotu. “Haberiniz olsun alıntı yapıcam ” deyip, “olur” aldım …
Benim yazamama sebebimi de bu hikâye çok güzel anlatıyor aslında. Nasıl mı ?..
Çünkü yaşadığım ülkeyle ilgili çok ciddi kaygılarım var benim. Tamam, bu ülkede yaşıyorum yaşamasına ama çok kötüyüm, gerginim, üzgünüm, mutsuzum, korkuyorum…
Tek şikâyetin ölüm olduğu bir memlekette değil istediğim, o bizi yönetenleri aşar biliyorum. Sadece ülkemizin her geçen gün belirsizlik içinde, saçma sapan politika ve siyaset söylemleriyle bir kaosa sürüklenmemesidir dileğim …
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.