Zülküf Kışanak

Zülküf Kışanak

Diyarbakır, pirler diyarı…

Diyarbakır, pirler diyarı…

Diyarbakır, tarihi bir bölgedir, doğası muhteşem bir coğrafyadır, özgürlüğüne tutkulu bir candır. Kültürel zenginliğinden, tarihi birikiminden gücünü alan asaleti yedi düvele meydan okuyacak kadar köklüdür, imparatorlara, krallara, şahlara, padişahlara, hanlara, kağanlara, halifelere, sultanlara, büyük küçük tüm mirlere, en değme reislere inat özgürlüğüne düşkün asi ve asil bir memlekettir, dağların güzeli Karacadağ’dan akıp gelen bazalta can olmuş bir diyardır, ölümsüzlük suyu Hamravat’a, Dicle’ye, Fırat’a sırdaştır. Bir tarafı ilk çiftçilerin ülkesi uçsuz bucaksız ovalar, güneşin aşkla kucakladığı bereketli topraklardır, bir tarafı pirlerle dolu zaptı zor dağlardır, kadim koçerlerin yaşadığı yüksek yaylalardır, bir tarafı da eşi benzeri olmayan birbirinden zengin derin vadilerdir. Buluştuğu, belki de sözleştiği ilk günden bu yana beslemiştir, korumuştur, barındırmıştır insanını, üzerinde yaşayan her bir canlısını. Kuşkusuz insanı da onu sevmiştir, kadrini bilmiştir, bir an bile felaketlere, işgallere, zulme terk etmemiştir, yüz üstü bırakmamıştır, kaçıp gitmemiştir, ne olmuşsa onunla olmuş, ne yaşamışsa onunla yaşamış…
*
Öyle ya ilk çiftçilerin evidir, kadim koçerlerin diyarıdır, dağlarında sır olmuş pirlerin memleketidir Diyarbakır. Her zaman zapt u rapt altında tutulmak istenmiş, etrafı bin bir çeşit duvarla örülmüş bu şehrin sokakları aslı astarı olmayan peygamberlerle, seyidlerle, şeyhlerle, ermişlerle, evliyalarla, azizlerle hatta paşalarla dolup taşarken dağlarını ise pirler mesken tutmuştur, yurt edinmiştir tarih boyunca ki bugün bile bu böyledir. Pir Mansur, Pir Musa, Pir Mirdas, Pir Bedir, Pir Hesin, Pir Aziz bunlardan birkaçıdır. Bir de babalar, dedeler, sultanlar var ki bunları es geçiyorum. Pirlerin bilinen resmi tarihi, padişahların mührünü taşıyan ferman misali secereler, hele kökenlerini götürüp ta Abbasilere bağlamaya çalışanların anlattığı uydurma tarih beni hiç ilgilendirmiyor. Veziri Yahya Bermeki’nin şahsında Kürtleri ateşe tapmakla, daha doğrusu şimdiki muktedirler gibi dinsizlikle suçlayıp kırımdan geçiren dönemin El Bağdadi’si olan Abbasi Halife Harun Reşit’e, yüzyılımızın barbarları İŞİD’e rahmet okutan başkesen ordusuna değinmeye, Bermeki, yani Süveydi Kürtlerin başına gelenleri, durduk yere başlatılan amansız katliamlara rağmen egemenliklerini devam ettirebilmek adına Kürdistan’a atadıkları eli kanlı beylerine dağıttıkları secereleri anlatmaya ne gerek. Dönemin kayyumları olan Abbasi sarayının atanmışları o gün de kendilerine Kürt demiyorlardı, bugün de kendilerini Kürt görmüyorlar. Varsın onlar Bağdat’tan, Yemen’den, Arabistan’dan bilmem hangi çöl memleketinden çıkıp gelmiş bir Arap kabilesi, dahası kim olduğu belli olmayan Abbas’ın torunları olsunlar yeter ki bu toprakların bilinen en eski halkını, en kadim yerleşiklerini, dahası Kürtleri hakir görmesinler, en başta diline, kültürüne, en çok da dünya uygarlığına can olmuş tarihine düşmanlık etmesinler. Varsın kendileri Abbasi olsunlar, Bermekler bizimdir. Beylerin, zamanın Abbasi kayyumlarının elinden gelse ta Hurilerden, Nairelerden, Urartulardan, Medlerden, Partlardan bu yana ta Afganistan sınırından Kızılırmak boylarına kadar bu toprakları koruyan kollayan Zaza Kürtleri kendi tebaalarıymış gibi Abbasilerin hanesine yazdıracaklar, illaki bilmem hangi Arap Abbas’ın torunu yapacaklar, üç beş uydurma bittirme teziyle, Kürdü Kürde kırdırma hayaliyle yaşayan bir iki maaşlı küfürbazın, kendini alim zanneden besleme cahil cühelanın, yerde gökte kendine yer bırakmayan düşkünün hilesiyle…
*
Elbette Diyarbakır bir doğa harikasıdır, her bir köşesi cennetten bir parçadır, bir surettir. Öyle olmasa kendisi olabilir miydi, uygarlığın doğduğu bir yer haline gelebilir miydi. Her bir yanı bereketli derin vadilerle, ulaşılması zor, gidilmesi binbir emek gerektiren kutsal mekanlarla doludur bu güzelim memleket. Hele Pir Aziz’in Nerib’i, dört bir yanı aşılmaz dağlarla çevrili doğal bir kaledir, benzeri olmayan bir korunaktır insanına. Her çeşit meyvenin, illaki üzümün ana vatanıdır adeta. Diyarbakır, Kuzey Mezopotamya’nın başladığı yer Dicle’ye, Hani’ye, Lice’ye, ta Gorse’ye, en kuzeydeki Ko Spi’ye kadar uzanan muhteşem vadiye, en inatçı kayaları bile yara yara aşılması zor kanyonda öfkeyle ilerleyen Dicle suyuna tepeden bakan Pir Aziz’in mekanıdır, sır olduğu zirvedir, Ters Lale’nin, zambakın, orkidenin, adını bilmediğim, tanımadığım sayısız çiçeğin boy verdiği, can olduğu yerdir. Burası Süveydi Kürtlerin memleketi Afrin gibi, Samandağ gibi, Siverek gibi, Gerger gibi, Eğil gibi, Palu gibi, Genç gibi önemli bir diyardır, dahası kutsal bir mekandır. Derler ki Diyarbakır’daki pirlerin tamamı Hakkari’yi bırakıp Pîran’a, yani Dicle’ye gelip yerleşen Pir Mansur’un çocukları, torunlarıdır. Pir Mansur’un hikayesi ne kadar da Laleş’i mesken edinmiş El Hakkar'ın (Hakkarili) daha doğrusu Şeyh Adi'nin hikayesine benziyor. Her ne kadar hikayesi Pir Mansur’la benzer olsa da bilmem kaç defa mezarından çıkartılıp kemikleri yakılsa da, ebedi mekanı Laleşa Nuranî yerle bir edilse de Şeyh Adi’nin, Ezdaların ülkesini baştan başa saran inancını bittirmeye, dahası geride bırakılan kutsal mekanlarında var olmaya devam eden dinini değiştirmeye güçleri yetmemiş, yetememiş…
*
Şimdi de Bermekleri dağlarımıza, Eğil’in, Piran’ın, Hani’nin gözden ırak derin vadilerine, aşılması zor sarp dağlarına kadar kovalayan Abbasili kayyumlardan bayrağı devralan kayyum belediyesi dadandı pirlerin kutsal mekânlarına, illaki Pir Aziz’in mekanına, o güzelim diyara. Burayı adeta bir beton, demir, plastik, fayans yığınına çevirdiler, “Muhayyel Kürdistan burada meftundur” der gibi.
Hep öyle mi geçecek devran.
Hayır, geçmeyecek...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Zülküf Kışanak Arşivi
SON YAZILAR