Bir değil, bin olarak gelecek…
Son gecemde, tam beklediğim vakitte çıkıp geldi, yorgundu, ancak “uyuyabilir miyim…” diyebildi. Uyudu, dizlerini karnına çekmiş olarak, cenin halinde. Yüzüne baktım, bir çocuk kadar masumdu, kara kuru gül yüzlüm. Gün ağarmadan da uyandı. İlk vardiyasını kaçırmış bir fabrika işçisi telaşıyla yatağından fırladı şafak vaktinde, çabucak giyindi, yüzüne bir iki avuç su ancak serpebildi, “Her şey yolunda giderse akşama dönerim. Söz, bu defa iki çift laf etmeden uykuya teslim olmayacağım…” dedi kısık bir sesle, ardına kadar açık tuttuğum kapıdan çıkarken, bir telaş dışarı atı kendini, hazır beklettiğim asansöre bindi, gitti. Hala bekliyorum, mutlaka gelecek, sözünde duracağını biliyorum. Üstelik iki lafın belini kırmadan, it sürüsü gibi üstüne üstüne gelen o faşist güruhu, pespaye sorgucuları alt etmenin keyfini çıkarmadan uyumayacak, kendini bırakmayacak…
*
Aradan çok zaman geçti, hala bekliyorum, gelecek. Onsuz geçen her gecemi sayıyorum usanmadan, bıkmadan, bir ben biliyorum bir de o biliyor bunu. Tuhaf olacak ama onun yokluğu ile geçen gecelerimi biriktiriyorum, her şafak için ayrı ayrı doğuya bakan odamın penceresine attığım çentiklerle. Evet, öyle tabi, onsuz geçen, onu beklemekle geçirdiğim her gecemi sayıyorum, her şafak için ayrı bir çentik atarak pencereme. Velhasıl tamı tamına hesapladım onsuz geçen gecelerin kuşatmasındaki günlerimi, ama yazmayacağım, hem kimin umurunda ki onsuz geçen vakitlerimin, ondan gayrı. Dedim ya, o da bunu biliyor. Ne yapsam da olacağına varacak ki hayatım boyunca onu bekledim kapı girişinde, çentik attığım penceremde, onun yokluğuna, onun gidişine, onun gelişine hatta onun gelmeyişine, alışmış olarak. Ne kötü, değil mi? En iyisi bende kalsın, sırım olsun onsuz geçen her gecem, bitmek bilmeyen kapıdaki, en çok da penceredeki bekleyişimin verdiği ağırlık. Biliyorum, adım kadar eminim, eyvahların biriktirdiği günün sonundaki yükten bir ben haberdar olacağım bir de o. Belki bir de aklımı çelen, vesveseli şairini teselli eden, edecek olan “Gula reş…” adlı şiirimdeki hayaletim bilecek. Bilsin, ne olacak sanki. Kaldı ki bitmek bilmeyen gecelerime direnen Kürtçe bir şiirimdeki bir hayalettir o, bir de sırtımı verdiğim, su kadar sevdiğim, inatla yolunu beklediğim kayıp kahramanımın dağlarında dolaşıp duran isimsiz bir firari. Kuşkusuz, “Ma ne bes e / vegere ji sînor, ji bakurê dilê min, ji bagera xeydê û ji asta bîrnebirê, gula reş…” diyorum demeye, beni Kerteş’in kalbine bırakan Alareşî tanrıçamın dilinde. Ama o bildiği gibi yapıyor hep, durmadan akıyor kendi ahvalinde, kendi mecrasında, üstelik kendi hakikatının bilinciyle ve şiirce…
*
İnadına bekleyeceğim onu, geleceğine inanıyorum çünkü, beni esir alan bu lanet kapıda, beni sonsuz boşluğuna hapsetmeye yeminli bu berbat pencerede, sözü sözdür, bir başına bırakmayacağına eminim. Muhtemelen de çocukluğumun efsane dengbêji Siltanê Reş’in beni terk etmeyen, beni bir başına bırakmayan kaval sesine can olacak, aşk olacak şiirin, “Bi kilameke xweş, her xweş / digel lîrandina keç û xortên timî dilgeş, timî serxweş / gula reş…” mısralarını mırıldayarak gelecek, ardına atıldığı Kaf dağını, dahası firari yaşadığı ne kadar dağ varsa hepisini bir bir aşarak gelecek, bir değil, bin olarak gelecek, en iyisi de iki çift laf edecek. Öyle inanıyorum, öyle hayal ediyorum. O gelecek…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.