Belki de korona son uyarıdır
Kalbine in sessizliğin. Orada darmadağın kalan arzularının sancılarını duy. Bulutlar sararken gecelerimizi ve sınarken doğa dünyamızı yeni ölümlerle kalbine in sessizliğin. Geldi zaten korkulan ve gelecek zaten kaçınılmaz son. Tenimizdeki ürperti, içimizdeki kaygı hışımla atıyor kendini sokaklara. Fakat biz kaç gündür evde tutsağız. Sanki Hitchook’un korku filmlerinden bir sahne izliyormuşuz gibi görmediğimiz bir el aniden boğazımıza sarılacak ve kanlar içinde debelenerek yok olacağız. Cesedimiz ortalıkta öylece kalacak, kimse bize dokunamayacak. Yerde debelenerek ölümüzü bir perde arkasından korkulu gözlerle ve titreyerek izleyecekler.
Evlerimizde korkularımız büyüyor. Büyük bir ihtiras ve açlıkla yok ettiğimiz doğa, bizden intikamını alıyor. Yaktığımız ormanlar, zevkine avladığımız hayvanlar bizden hesap soruyor. Acımasızca ve hoyratça yaptığımız her eylemin hesabını, daha büyük bir acımasızlıkla, nefesimizi keserek yüzümüze vuruyor. Koskoca dünya bize dar gelirken şimdi daracık evlerimizde bir dünya kurmaya çalışıyor, azla yetinmeye çalışıyoruz.
Hep yorgun çıktığımız yollar şaşkınlık içinde, kaldırımlar terk etmiş kirini. Bütün dünya günah çıkarıyor. Uğruna can verdiğiniz topraklar, korkunç bir itaatle savunduğunuz inançlarınız, kazanmak uğruna çocuklarınızı, eşlerinizi, aşklarınızı, hatta hayatlarınızı ertelediğiniz paralarınız kurtarmaya yetmiyor sizi. İliklerinize kadar korkuyu hissediyorsunuz. Ölüm her an yamacınızda şarkısını çalacak diye fareler gibi ürküyorsunuz! Ne uydurduğunuz kahramanlık maceralarınız, ne istiflediğiniz banka hesaplarınız, ne sırtınızı dayadığınız ölüm makinesi ordularınız sizi teskin edemiyor. Çünkü biliyorsunuz artık çare bunlarda değil, kurtuluş başka şey ve başka yerdeymiş!
Kıyılarına oteller yapmak için ağaçlarını yaktığınız denizlerin suyuyla bile yıkansanız rahat etmiyorsunuz. Bir kere korku sindi ruhunuza. Bakın gökyüzünde artık serçeler uçmuyor. Kentli çocuklar serçeleri tanımıyor. Bakın sokaklarınızdan geçen koyunları, keçileri, inekleri gördüğünüzde “ama burası şehir, olmaz ki!” küçümsemeleriniz artık ne kadar saçma sızlanmalar olarak duruyor! Son yirmi otuz yılda kentlerinizi büyüttünüz, ama hayatlarınız küçüldü, aşklarınız küçüldü, vefalarınız küçüldü, insanlığınız küçüldü. Tüm güzel şeyleri ihmal ettiniz. Sevgiyle dokunmayı unuttuğunuz için belki de sonsuza kadar aşkla, sevgiyle, minnetle dokunmamaya ceza yediniz.
Çok güçlüydünüz, her şeye muktedirdiniz, kudretiniz karşısında herkes boyun eğmek zorundaydı. Bir sözünüzle orduları dize getiriyordunuz, ülkeleri yerle bir ediyordunuz. İcat ettiğiniz silahlar yerin yüzlerce metre altını bile yok edebiliyor, gökyüzünde günlerce kalabiliyordu. Düşmanlarınız hep vardı, hep olacaktı ve hep sizden korkmalıydılar. Yıkıcı, yakıcı, öldürücü silahlarınız olduğu sürece kimse sizi yıkamayacak, kimse sizi korkutamayacaktı. Ne çok gurur duyuyordunuz topraklarınızla, bayraklarınızla, inançlarınızla, ırklarınızla! Bir gün korkacağınız hiçbir zaman aklınıza gelmezdi.
Ekonomileriniz de güçlüydü. Bankalarınız, faizleriniz, kan ve yıkım ticaretleriniz, dünya ticaret örgütleriniz, hükümet yalakası ve gizli ortağı şirketleriniz, kirli işleriniz, kutsallık kisvesi altında arsızca şişirdiğiniz göbekleriniz vardı. İnsanların tüm beslenme kaynaklarını çirkin binalara, gereksiz fabrikalara çevirdiniz. Ekilecek tarla, meyve verecek bahçe bırakmadınız. İnsanı kentlere mecbur ettiniz, fabrikalarınızda, devlet dairelerinizde köle ettiniz.
İnsan hayatından daha kutsal bir varlık yoktur bu dünyada. Şimdi bunu anlamak gerekiyor. Artık bilimin, sanatın önünü açarak insana yatırım yapmak gerekiyor. Eğitime, sağlığa, bilime, sanata bütçe ayırmak gerekiyor. Belki de güç hırsıyla kafayı yediğimiz bu çağda Korona son uyarıdır!