Bahçesaray, Feqiyê Teyran’ın cenneti…
Yıllar önce, ilçe merkezine girişin bile izne tabi olduğu günlerde, Van üzerinden gittiğimiz yol boyunca durdurulduğumuz bilmem kaçıncı aramadan sonra vardığımız son askeri noktada yapılan detaylı sorgudan sonra ne amaçla ilçeye geldiğimizin, kime misafir olduğumuzun, hangi adreste ve kaç gün kalacağımızın bilgisi alındıktan, karton kaplı gazete boyutunda kocaman bir deftere tek tek kaydedildikten, yanına da imzamız attırıldıktan sonra yüksek dağlarla çevrelenmiş derin bir vadinin tabanında, doğa harikası Müküs suyunun iki tarafına kurulmuş Bahçesaray’ı, adeta bir sanat eseri olan tarihi Kırmızı köprüyü, ardından da Feqiyê Teyran’ın Verezoz köyündeki toprak mezarını ziyaret edebilmiştim. Bana eşlik eden arkadaşımın akrabası, Bahçesaray Belediyesi’nde çalışan güzel bir dostun evinde üç gün kalmıştım. İlk defa bu evde, Türkçe bilmeyen, okuma yazması olmayan Kürt bir büyükannenin torunuyla satranç oynadığına tanık olmuş, yediden yetmişe hemen her Bahçesaraylının santracı bildiğini, özellikle de uzun kış geceler boyunca evlerinde oynadıklarını öğrenmiştim. Yaklaşık yirmi yıl sonra yine Bahçesaray’ı ziyaret ettim, Feqiyê Teyran’a yine misafir oldum, tarihi Kırmızı köprüyü yine yürüyerek geçtim...
*
Bölgedeki birçok il, ilçe gibi Bahçesaray’ın da aradan geçen yirmi yıl içinde bir hayli büyüdüğünü gördüm, özellikle de muhteşem vadinin tabanına birer paslı çivi misali doğanın kalbine çakılmış gibi duran apartmanlar, illaki resmi daireler, lojmanlar beni hayal kırıklığına uğrattı. Müküs suyunun etrafı adamakıllı kapanmış, kent içindeki yeşil alanlar azalmış, cadde ve sokaklar iyicene büyütülmüş, şehrin her bir tarafı adeta kara ziftle, gri betonla kaplanmıştı. Hemen her sokağın başına dikilmiş çelik direklere asılı mobese kameraları, dev zırhlı askeri araçlar, beton bariyerlerle, dikenli tel örgülerle çevrili resmi binalar da cabası. Yüksek dağların çevrelediği Feqiyê Teyran’ın cenneti güzelim Bahçesaray gitmiş, yerini beton yığınlarıyla kaplı ucube bir şehir almıştı…
*
Van ve Hizan üzerinden yüksek dağlar, yaylalar, ardı sıra devam eden derin vadiler aşıldıktan sonra bin bir zahmetle gidilen büyük şehirlerden, ana yollardan uzak Bahçesaray’ın bakir doğal yaşam alanlarında olduğu gibi Kürt şair Feqiye Teyran’ın şiirleriyle can olduğu mekanın her bir tarafı da doğayla barışık olmayan, bölge kültürü ile alakasız ucube yapılarla çevrelenmişti. Duvarları bölgeye ait olmayan, nereden getirildiğini öğrenemediğim taşlarla örülmüş, her bir yanı betona boğdurulmuş, bilmem ne kerestesiyle kaplanmış tuhaf bir türbeye, biçimsiz bir kümbet yapısına benzetilmiş kulübenin, yüz yıllardan bu yana aslı gibi duran, dahası doğayla bütünleşmiş toprak mezarın bulunduğu yere konulmuş, üzerine de yapan kişinin adının yer aldığı kocaman bir tabela özenle yerleştirilmişti. Bununla yetinilmemiş, bir de bu ucube kulübeye kilit vurularak doğanın şairi, daha doğrusu kuşlarla dost yaşadığını, kimi söylencelere göre ise kuşlarla muhabbet ettiğini bildiğimiz büyük şair Feqiyê Teyran, adeta bu ucube yapıya hapsedilmiş. Bir anlamda sık ağaçlık bir yamaçta yer alan, doğayla iç içe olan mezar yeri yok edilmiş. Köylüler tarafından bırakılan kurumuş ağaç dalları olmasa yeri bile belli olmayacak, yüzlerce yıl boyunca sade, doğayla bütünleşmiş Feqiyê Teyran’ın mütevazi mezarı gitmiş, yerine bilmem kimin, hangi şirketin sahibinin hayrat kulübesi gelmiş...
*
Kırmızı köprünün durumu daha bir felaketti. Müküs suyunun üzerinde yer alan, bölgenin başka bir yerinde eşi benzeri olmayan Kırmızı köprünün son halini görünce önce tanıyamadım, yirmi yıl önce gördüğüm köprüye hiç benzetemedim, ilk halinden eser kalmamıştı. Bahçesaray’ın şaheseri Kırmızı köprü, ne tamamen yok edilip yerine yeni bir köprü yapılmıştı, nede aslına uygun restore edilmişti. Köprünün rengi, şekli, ebadı bile değiştirilmişti. Araç geçişine kapalı olan tarihi Kırmızı köprüyü bu hale getirmenin amacına, niyetine akıl sır erdiremedim. Doğayla iç içe yaşayan Bahçesaray’ın geçen yirmi yıl içinde beton yığını haline getirilmesinin, Feqiyê Teyran’ın doğayla bütünleşmiş toprak mezarının bilmem kimin ne hayratı yazısıyla tipik bir türbeye dönüştürülmesinin, can gülistanımın cennet parçası Müküs vadisinin doğasıyla uyum içindeki tarihi Kırmızı köprünün aslından kopartılmasının bende yarattığı buruklukla başka bir zamanda yeniden buluşma, doğal yaşamdan daha fazla kopartılmaması, doğası daha fazla talan edilmemesi umuduyla ayrıldım, Hizan yolu üzerinden…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.