Spor ve Şiddet
Spor ve şiddetin ilişkisi nedir, neden spor müsabakalarında gerek saha içinde sporcular gerekse de tribünlerde izleyiciler arasında ölümlere varan olaylar oluyor ve bir türlü bunun önüne geçilemiyor? Şiddet ile ilgili belirlenen hedeflerin yanlışlığından olabilir mi? Yazılı ve görsel medyada hedef, sporu şiddetten arındırmak olarak belirlendi. Spor tamamen şiddetten arındırılamaz. Hedefin yanlış oluşu teşhisin yanlışlığından kaynaklanıyor. Teşhis yanlış olduğu için doğal olarak tedavi de yanlış. Tedavi yanlış olunca da sonucun olumsuz olması kaçınılmaz. Şiddetin spordan çıkarılamayacağının hatta çıkarılması halinde sporun ve insanın doğasına aykırı bir hamle olacağının birçoğumuz farkında bile değil.
Türk Dil Kurumu sporun tanımını şöyle yapmaktadır: "Spor, belli kurallara ve tekniklere uyularak yapılan bedensel gelişmeye yararlı, eğlenmek ve yarışmak amacı da bulunan bedensel hareketlerin tümüdür.” Bence bu tanım olsa olsa aerobik ya da sabah sporunun karşılığı olabilir. Bu tanım karate, boks, futbol ya da güreşi tanımlamaz; çünkü spor dallarının birçoğunda daha agresif ve mücadeleye dayalı bir durum söz konusudur. Biz yine de TDK’nin tanımını tüm spor dalları için kabul edelim. Bu tanımda dikkatimizi çekmesi gereken iki temel unsur var. Bunların ilki yarışma boyutu yani yenme ve yenilme üzerine müsabakaların kurgulanması, yani rekabet ortamının oluşmasıdır. O zaman zorunlu olarak mücadele etme kavramı devreye girer. TDK mücadeleyi de şöyle tanımlamaktadır: "Mücadele: Birbirlerine isteklerini kabul ettirmek için iki taraf arasında yapılan zorlu çaba, savaşımdır.” Kısacası TDK'ye göre mücadele, savaşımdır. Tüm spor müsabakalarında da mücadele edilmesi gerektiği özellikle vurgulanır. “Mücadele et aslanım! Mücadele etmeden olmaz oğlum!” diye daha yüksek bağıranların daha başarılı olduğunu da görüyoruz, o da ayrı bir konu. Mücadelenin tanımından da anlaşılacağı üzere spor müsabakalarında mücadele arzusu olduğu için sporu arındırmak imkânsızlaşır. Mücadeleci, bir tarafın diğerini yenme çabası içinde olduğu karşılaşmalarda maç esnasında mutluluk hormonları salgılanmaz. Vücut sürekli uyarılmış ve savaş-kaç hormonlarının emrindedir. Kortizon ve adrenalin üst seviyededir, kişi o esnada barışçıl değil savaşçıldır. Müsabakalarda başarılı olmak için de kazanmak gerekir ki bu hormonlar kazanmayı sağlar. Birçok spor otoritesi mücadele azmini artırmaya ve bu yönde sporcuları ve taraftarları profesyonel yöntemler de kullanarak motive etmeye çalışır. Şiddetin temeli olan mücadeleyi, saldırganlığı böyle bir durumda spordan nasıl uzak tutabilirsiniz ki? Spor ve şiddet kardeş iki kavrama dönüşür. Sabahları yapılan bireysel koşu, aerobik ve yürüyüşü çıkaracak olursak geriye kalan tüm sporlarda öncelikle rakiplerini yenme ve doğası gereği mücadele etme zorunluluğu vardır. Mücadele fiziksel, zihinsel ve taktiksel alanlarda rakibini yenme üzerine kurgulanmış bir etkileşimdir. Hatta dövüş sporları; şiddetin yasal ve yüceltilmiş halidir.
Şiddet aynı zamanda insanın doğuştan getirdiği saldırganlık içgüdüsü olarak da karşımıza çıktığı için insan doğasıyla da uyumludur. Bizden çok da uzak bir kavram değildir. O zaman şiddeti spordan tamamen çıkarmak zorlaşıyor ve bu, yanlış bir slogana dönüşüyor. Peki, çözüm nasıl olmalı? Çözüm, sporun tanımında dikkatimizi çeken ikinci kavramda. Bu kavram da sporun belli kurallarının olmasıdır. Spor belli kurallara uyularak rekabetin yaşandığı müsabakalara dönüşmeli. Ve adil bir ortamda yapılmalı. Kurallar deyince artık spordan daha geniş bir alanı ele almak zorunda kalacağız. Çünkü spor kurallarına gelene kadar evin içindeki kurallar, okuldaki kurallar, arkadaş ortamındaki kurallar, trafik kuralları, hukuksal kurallar… Uymadığımız o kadar çok kural var ki… Tüm bu alanlarda sıkıntılar yaşıyorken ve “kurallar çiğnenmek içindir” algısıyla büyümüşken statlarda birçoğu hormonlarının esareti altında olan, sürü psikolojisiyle hareket eden ve aynı zamanda fiziksel olarak kendini birer gladyatör gibi gören taraftarlardan çayını, kahvesini içerken maçın keyfini çıkarmalarını nasıl bekleyebiliriz ki? Trafikte sarıyı yeşil olarak gören, anayasal açıklardan bireysel menfaatler peşinde olan, “devletin malı deniz yemeyen domuz” diye düşünen , kurallara uymanın aptallık olduğunu düşünen bir toplum statlarda mı kurallara uyacak? Çok zor. Bu kafayla çoook zor.
Sinekleri bitirmek istiyorsanız bataklığa bakmanız lazım. Bataklık stadın içinde değil, stadın dışında. Statlardaki taşkınlıklar toplumun genel özelliklerinin küçük bir tezahürüdür.
İlk altı yaşına kadar toplum olarak çocukları kuralsız yetiştiren büyüklerin, ergenlik döneminde çocuklardan toplumsal kural ve dayanışma beklemesi son derece yanlış. Daha küçüklükten çocuklara kurallar öğretilmeli. Kendi çocuklarına yemek yemeyi öğretmekten aciz olan insanların, statlarda sürü psikolojisinin geçerli olduğu ve adrenalinin tavan yaptığı bir anda gençlerin kendilerini kontrol etmesini beklemek abesle iştigal etmek olur ancak. Spordan değil ülkemizi, insanımızı şiddetten arındıralım. Spor zaten arınır…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.