ŞARAMPOL
Kederliydi, canhıraştı Ali. Meyus coğrafyanın meyus adamıydı. Allah’a sığındığı günlerdi. Daha ne kadar ihtiyatlı olacağının hesaplıyordu. Yüreği yalım yalımdı. Mutsuz gövdesini doğrultu. Siyah Kürt şalvarına yapışan sarı tozu iki eliyle birden silkeledi. Kirli külahıyla yüzündeki terleri temizledi. Her şey nehir suyu gibi kendiliğinden akıyordu; ama Ali nehir tarafından su kenarına atılmış kuru bir dal gibi kalmıştı. Kamyonlar, kepçeler, kentliler, köylüler dolmuştu Ali’nin toprağına. Ali’nin bire on veren bereketli toprağı ayakaltı yoluna dönmüştü. Tükürükçü, saçları jöleli katran yüzlü şoför:“Yol medeniyettir, Ali” dedi. “Medeniyete boyun bükerim de şu tarlamı ikiye ayırmasalar, parça parça etmeseler,”dedi Ali. Ali daha dertlenecekti de gazlandı şoför. Biricik tarlasına, gariban köylünün harmanına giren Osmanlı askerleri gibi girdiler güzelim toprağa. Kazılan her bir toprak parçası, her bir kamyon Ali’yi delirtiyordu. Karşı da çıkılmazdı ya şu medeniyet denilen şeye karşı. Devlet sözü bu, bu devirde adamın yoksa tövbe hâşâ devlet sözü olur Allah’ın sözü. Zaten demezler mi gökte Allah var yerde devlet, yerle göğü bile devletle Allah arasında paylaşıvermişler. Hiç vazgeçerler mi bu medeniyetten. Köye tez döndü Ali. Öyle tez döndü ki sincap hızında.“Bari toprağıma karşılık bir bedel ödeseydiler ya” dedi. “Bu medeniyetin temel sütunlarını, tarlamın üstüne değil de acaba başka yerde kuramazlar mı?”Yemeden içmeden kesildi Ali. Bir daha döndü toprağına. Toprağı peynir gibi iki eş parçaya bölünmüş, sağdan soldan yola toprak taşınıyor yol ha bire yükseliyordu. Köylü halinden memnundu. Canı sıkılan, laf arayan, cigarasını saran, yapılmakta olan yolda volta atıyor, kimisi davarını gezdiriyor, kimisi de yumurta veya misket yuvarlayıp oyun oynuyordu.Çocuklar gırtlağına kadar kir pas içinde kol kola eli kolu koparırcasına oynuyordu. Gelip geçen Ali’ye gülüyordu. Köyün sessiz adamı Şerefkendi’nin kardeşi Tayyar dışında herkes medeniyete şapka çıkartıyordu. Bir bahar günü şimşek çarpmasından aklının çeyreğini yitiren Tayyar, Ali’ye destek çıktı. Birer cigara sarıp koyuldular yola.
Kürt adamıdır ya bunlar, Kürt adamı olaylar karşısında demir gibi çabucak ısınır çabucak soğur. Kürdün ayarı hiç yoktur ya hepten vardır ya hiç yoktur.Kavgaya çıkar gibi dikildiler memurun karşısına. Yolda ki çalışma heyhat devam ediyor tozdan topraktan it iti göremiyordu. Memur, Ali’den bıkmış da bıkmıştı.Onu ne zaman görse yüzüne tiksinerek bakardı. Yol yükseliyor, çerçiler, davar sürüleri, devlete laf taşıyan seyyar tüccarlar sırf meraktan yoldan gidip gelenler çoğalıyordu. Memur araya girdi. Tayyar ile Ali de Firavun’un hizmetkârları gibi hazır vaziyette geçti. Yüzü tozlu memur:“İnsaniyet adına konuşuyorum” dedi. “Yolunuz yapılacak, sizlere daha iyi hizmetler verilecek. Yoldan sonra kasabanıza Cami, Karakol, Mektep yapılacak,” dedi. “Ali, olsun dedi, bunların hiç birine karşı değilim, ama tarlamı ikiye bölmesinler” dedi. Fukaralığın içinde kamburlaşan soluk yüzlü Tayyar da olmaz dedi. “Başımıza nice felaketler, uğursuzluklar gelecek” dedi. Memur delirir gibi oldu. “Çocuklarınızmektepte ilim irfan, Cami de dinini imanını öğrenecek, karakolun varlığıyla da can güvenliğinizsağlanacak”dedi. Ali“ toprağım” dedi. Tayyar, “asılsıkıntılarbundan sonra gelecek”dedi. Sözlerine soluksuz devam etti. “Mektepte bize ait olmayan, bize bizi anlatmayan başkalarının tarihini, kültürünü, dilini,medeniyetini, masallarını, yalanlarını öğretecekler,” dedi.“Kitapların tek bir perinde tek bir sözümüz, ismimiz, şarkımız, destanımız, dilimiz geçmeyecek,”dedi. “Medeniyet bunun neresinde ”dedi. Ali, Tayyar’a karşı çıktı.“Dur keko Tayyar dur bi hele, biz yolda senle neleri konuştuk, toprağımı ellemesinler de, tarlamı ikiye ayırmasınlar da ismimiz, soyumuz, dilimiz batsın” demedim mi?”Tayyar, dikildi Ali’nin karşısına. “Karakol güvenliğimiz için değil bizi korkutmak, terbiye etmek için kurulacak ”dedi. “Cami de ise bize hak dinin ışığını değil hesaplarına geldiğiyle kandıracaklar” dedi. “Ne beklersin böyle medeniyetten. Eskilerde medeniyet yok mu? Onlar ki medeniyetin sütunları değiller mi?”dedi. Memur iyice delirdi, yüzü kara bulut gibi karardı kin kustu ortaya. Hızını alamadı. “La deyyus tohumu” dedi. “Dua et ki en yakın karakol elli kilometre uzakta yoksa eline ayağına kelepçeyi vurdurtur attırırdım seni kodese.”Tayyar memurun sözlerine güldü, tam tamamına haklı çıkmıştı işte.“Gürdün mü keko Ali, gürdün mü medeniyeti? Kodes diyor, kelepçe diyor, elli kilometre uzaklık diyor gördün mü lan medeniyetlerini. Az önce bilim insanlık ilim irfan diyordu ya bak gör işte medeniyetin yolu ne tez kavuştu kör kodese.” Tayyar tuttu, Ali’nin kolunu,“devir haklı olmanın devri değil devir güçlü olmanın devridir, haklı olmak için harcayacağın nefesi güçlü olmak için harca Ali,”dedi.
Kış bastı. Bir başlayan bir eriyen karlarla yolun her iki tarafından açılan koca şarampolden biriken sular şelale gibi aktı. Tarlayı ayıran yolun iki tarafı da aşındı da aşındı. Şarampol aşındıkça zamanla vadi boyunu aldı. Bir yol kadar toprak gidecek derken üç yol kadar toprak gitti. Sadece toprak gitmedi, Ali’nin aklı da gitti. Bir şarampolden girip diğerinden çıktı Ali. Yaralı bırakılan yılanın peşinden koşar gibi tarlasını bir baştan bir başa turladı. Kafasınca tarlayı ölçüp biçti. Hesap kitap bilmez Ali oynattı da oynattı. Kafasına koydu “bari bu şarampolü taşlarla doldurayım ki azıcık toprak kazanayım, yoksa toprağımın hepsi gider,” dedi. Çoluk çocuğunu ite kalka sabahın şafağında önüne kattı. Birer koca vadiye dönmüş şarampolü doldurması tamı tamamına üç koca yılını aldı. Taşlarla doldurduğu şarampolün üstünü bir güzelce taze toprak serpti. “Eliyle işaret ederek tüm buraları ekip biçeceğim” dedi. Ekmeğimi bu taşlardan çıkaracağım, buğdaylar filizlenecek” dedi. Eliyle yüzüne gölge yaptı baktı kızıl güneşe. “Sen şahitsin ya kızıl güneş, bir bana bak bir de tarlama gördün mü neler ettiğimi. Beni esmer ettin ama bende ettim edeceğimi. Yeryüzü pas rengine girsin hele ilk yağmurla toprak otursun hele sen gör o zaman nasıl da bire bin alırım.”
Ali’nin eline hardal çiçeği renginden bir zarf bıraktılar. Telaşla önce zarfa baktı sonrada okunmaz mühre. Zarfı muhtarın eline verdi. Telaşsız muhtar önce sigarasını incecik sardı, sonra çakmağını bulmak için ceplerini karıştırdı. Sigara ateşiyle yüzüne canlılık geldi. Kâğıdı okudu. Yolun çift şerit olması için karar çıkmıştı. Yol çift şeritte geçileceğini duyanca Ali…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.