Rûya ve Gerçek!
Sabaha karşı (04.32) uyanıp sonra bir daha uyuduğumda gördüğüm rüyanın uyanınca hatırlayabildiğim kadarının anlatımıdır yazacaklarım.
Yürümüşüm uzunca yolu, bir başıma! Sonra girmişim suriçinin bize ait olduğunu bildiğim ama adeta bizlerden (ç)alınan hâla yasaklı bölgesindeki mahalle ve sokaklarına.
Gördüklerim sanki rüya içinde bir başka rüyada olduğumu hissettiriyor sanki bana.
Meğerse önceki hafta yazdığım “Tozu Kalsın” yazımda anlattığım koca bir toz deryası içine gark olup yazıya konu olan yerler, başka sokaklarmış! Yanlış yerleri kendi evimin sokak ve mahallesi sanıp boş yere kedere düşmüşüm.
Sokaktan bakıyorum ve evim yerli yerinde duruyor. Hemen iki ev aşağısındaki örtme de yerinde. Seviniyorum. Evin kapısını çalıp girmek niyetindeyim.
O anda evin sahibi yanımda bitiyor. Tanıtıyorum kendimi, “bu evde yaşadım” diyorum. Soruyor, adımı söylüyorum. Tanıyor, sonra aile efradı, gençler de tanıyor ve yazar olduğumu telaffuz ediyorlar birbirlerine.
Evin eski sâkini sahibi olduğumu bilmiyorlar(mış). Mutlu oluyorlar öğrenince.
An’ı her zaman olduğu gibi kalıcılaştırmak istiyorum, yapamıyorum. Yanıma akıllı telefonumu almayı unutmuşum. Hâl bu ki evden çıkarken hemen hiç unutmam hatta almış mıyım diye kontrol ederim, ama unutmuşum rüya bu ya!
Evin sahibine adını soruyorum “Ali” diyor. Sonra telefonunu istiyorum. Söylüyor. Sol arka cebimden bir bloknot çıkarıyorum. Kalem bir anda sağ elimde bitiyor. Sanki hep elimdeymiş gibi! Telefon numarasını kaydediyorum. Aynı anda kendi numaramı da söylüyorum, çocuğu yazıyor.
“En kısa zamanda geleceğim. Ev, eski evimin her bir yanını görüntülemek ve sizlerle bir sözlü tarih çalışması yapmak isteğindeyim. Ama bana bir tam gün zaman ayırmalısınız” diyorum. “Olur” diyor ev(imin) sahibi.
Sonra uyanıyorum. Yataktayım. Rüyanın yükünden sıyrılıyorum. ‘Yıkılmamış viraneye dönmemiş olabilir mi sahi!’ diyorum sessizce kendime.
Sonra hızla an’a, yaralayıcı gerçeğe dönüyorum toza batmıştı cümle mekânlar her bir yer. Sanki devasa bir çöl fırtınası gelmiş ve her bir yanı yöreyi kaplamış(tı).
Yataktan çıkıp önce elimi yüzümü yıkayıp kuruladım. Sonra kettle’a su koyup kaynattım, su bir süre dinlensin kekik çayı yapıp limonla içeceğim.
Balkona çıkıp ciğerlerim doluncaya hiçbir boşluk kalmayıncaya kadar derin nefes aldım, bir solumada. Sonra aldığım derin nefesi tutabildiğim kadar uzun tuttum ve bıraktım. Ciğerler hâla ihanet etmemiş dedim kendime ve oturup okuduğunuz metni yazdım...
10 Kasım 2020 Diyarbekir
Şeyhmus Diken
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.