Sükut Suikasti’ne Uğramak!
Öğrencilik yıllarımdan aklımda kalmış! Önceki akşam birden hatırladım. Ankara’da Kızılay civarındaki Devlet Tiyatrosu sahnesine gitmiştik. “Karaların Mehmetleri” oyununu izlemeye. Oyundan sonra arkadaşlarla sohbet edip oyun üzerine konuşurken o akşam biri protokolün izlediği bir oyun sonrası hâli pür melali anlatmıştı.
Ülkenin başkentinde valileri toplarlar bir program nedeniyle. Gündüzün yorgunluğunu üzerlerinden atsınlar diye günün akşamında ülkenin en ünlü oyuncularının oynadığı üç perdelik bir oyunu izlemeye konuk ederler valileri.
Oyuncular hayli heyecanlıdır. Ülkenin bir dolu ilinden devlet-i âlinin valilerinin huzurunda sahne alacaklardır. Kolay değil tabi! Birinci perde biter. Oyuncular olanca maharetlerini sergilemişlerdir. Ama izleyicilerden çıt yoktur. Ne ses, ne bir nefes. Ne de kuru bir alkış. Hatta yüz hatlarında, mimiklerinde de bir refleks yoktur. Sahne arkasından göründüğü kadarıyla!
Herhalde çok iyi oynayamadık. Bir yerde yanlış yaptık diye düşünerek! İkinci perdede daha bir şevkle rollerine abanır oyuncular. Perde biter bir iki cılız alkış duyulur.
Oyuncuların morali sıfırdır. Durumu fark eden yönetmen kulise geçer. Ve tarihe not düşecek kelamını eder: “arkadaşlar siz sahiden hayatınızın rolünü oynuyorsunuz. Ancak bu denli bir performans sergilenir. Tabii ki alkış beklemek hakkınız. Yalnız bilin ki! Bu muhterem zatlar devletin valileri, alkışlamaya değil, alkışlanmaya alışmışlar. Siz oyununuzu aynı tempoyla bitirin” der.
Üçüncü perde biter. Oyuncular sahnedeki yerlerini ip gibi dizilerek alırlar. Ve ardından izleyici valileri olanca güçleri ile tempoyla alkışlarlar.
Niye mi bu anlatıyı uzun yıllar sonra durduk yerde anımsadım. İnanın bilmiyorum. Belki öylesine, anlık bir anımsama.
Ama sonrasında düşündüm!
Galiba biz toplum olarak Tanpınar’dan apartılmış ifadeyle “Sükut Suikasti”ne uğradık. Reflekslerimizi yitirdik. Anlamsız sessizliklerimizle anlamlı varoluşları tuhaf şekilde görmezden geliyoruz.
Sağımızda-Solumuzda, Yanımızda-Yöremizde olan biten “iyi şeyler”e çoğu kez bir tebessümü, bir alkışı çok görüyoruz. Olumsuzluklara da tepkisiz, tavırsız kalıyoruz. Sonra da tepki gösterilmesini bir başkasından bekliyoruz...
Ruhumuzu yitirdik sanki...
Öylesine yazdım işte. Niye mi, sahiden bilmiyorum. Ruh halimin yorgunluğuna, çekilmezliğine, gerginliğine verin dilerseniz. İnsan bazen küser. Kendine, Yazdıklarına, Yazacaklarına, Hatta düşüncesine küser. Öyle işte nedensiz kabilden sayın...
16 ekim 2020 Diyarbekir
Şeyhmus Diken
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.