Mutfağa 'Hırsız' Girince!
Eski, kadim şehirlerin sadece insanları değil mekânları da zamanın acımasız çarkları arasında fabrikasyon dediğimiz ruh katılmamış imalata, zaman içinde yenik düşüyor.
Seri üretim, bir nevi robotik üretim! İnsan elinin-ruhunun-emeğinin can kattığı her bir şeyi silip süpürerek sahadan alıp bir ebedi yokoluşa taşıyor, bir daha dönmemecesine adeta!
Şehirlerin eski mekânları giderek yok oluyor. Kenarda köşede kalan hayli yıpranmış mekânların halden düşmüş kimilerini de yine şehrin eskisi kimileri direnerek ayağa kaldırmaya, adeta kimilerinin gözlerinin içine içine sokarak göstermeye “Bak işte! İnadına, inadına! Ben buradayım...” deme gayretine düşüyor.
İşte! Onlardan biri, onun adı; Alaaddin Kılıç. Ama soyadını pek kimseler bilmez. Zaten bilmelerine gerek de yok. Herkes onu “Kahvaltıcı Alaaddin Usta” olarak tanır bilir. Yıllardır bu böyle! En azından yirmi yıla yakındır benim onu tanıdığım tarihlerden bu yana. Benim telefonumda da numarasının karşısında “Kahvaltıcı Alaaddin” olarak kayıtlıdır.
Hem sadece, soyadı olan ama soyadı telaffuz edilmeyip işi-markası öne çıkan biri değildir o! 17 yıldır işlettiği dükkanının tabelası da yoktur, arayan-merak eden bulur misali ihtiyaç duymamıştır tabelaya.
Kendisi de aynı zamanda bir gurme olan ve sadece dostlarına sofrasında master şeflik yapan Nisan 2021’de Diyarbakır Mardinkapı Keçi Burcu’nda sergi açacak olan dostum Ahmet Güneştekin ile en az dört ayrı mekânda farklı günlerde farklı kahvaltı mekânlarında kahvaltı yapmıştık da Alaaddin ustanınki “açık ara ile önde” demiş ve marka tescili de yapmıştı. Bu tespit de burada böylece durmuş olsun.
Bilenler bilir, sözümüz bilmeyenlere ve bu yazıdan sonra (covid 19 belasından kurtulduktan sonra tabii ki) tanışmaya karar verenlere olsun. Eski kenti çepeçevre kuşatan surların görünür sanat eseri gibi işlenmiş cephesi sanıldığının aksine surların içine doğru değil, surun dışarıya açılan yüzüdür. Yani dışarıdan gelen konuklarına yöneliktir ve “beni gör” makamındadır sur burçlarının bilcümle dış cephesi. Surun içi ise sur duvarlarının görüntüsü ile değil; hanları, hamamları, camileri, kiliseleri, evleri, sokak çeşmeleri ve diğer bazalt taş sanatsal yapıları ile kendini gösterir.
İşte bu iki cephede de Alaaddin Usta’nın iki ayrı mekânı var. Birçok ünlü ve kent kimlikli insanın rahle-yi tedrisinden geçmiş adını da kurulu olduğu caddeye “Lise Caddesi” olarak vermiş Ziya Gökalp Lisesinin bulunduğu semttedir mekanlardan biri. Diğeri de eski suriçinde Ulucamii’nin hemen arka sokağında eski bir mahalle değirmenini yeniden teşhirle hayata kattığı mekândır.
Ustanın her iki mekânına da daha kapıdan ilk adımınızı attığınızda bir yeme içme mekânı yanında, bir zamanlar ve kimilerini de halen gündelik hayatta kullandığımız alet, edavat ve eşyalarla göz teması kurarak adeta bir etnografik şehir müzesi bölümü ile yeniden tanış olursunuz. Şehirde, sektörde varlık gösteren kimi meslektaşı kapısının önüne çektiği son model arabası ile caka satarken, o bilmem ne kadar yıllık plakçalara plağı koyup, iğnesini de kendi elleriyle üzerine oturttuğu plaktan Celal Güzelses’i, Cem Karaca’yı, Aşık Mahzuni’yi ve daha nicelerini dinle(t)meyi tercih eder mekana merhaba diyenlere.
Hep yeni lezzetler dener. Bugünlerde sumak şerbeti’nin marka tescili ile uğraşıyor. Önceki gün uğradığımda tepsilerde acı biber, limon ve nar reçelleri yeni ocaktan inmiş dem tutma halindeydiler...
Bir süredir başı hırsızlardan yana hayli dertte ustanın. Mart 2020’de başlayan covid 19 yasaklı günlerinde bir kaç kez suriçindeki mekânına girip talan etmişlerdi hırsızlar mekanın bazalt taş duvarlarını ve masalarını süsleyen eşyalarını.Geçtiğimiz hafta sonu da ikinci dalga covid 19 yasaklı günlerde bu kez iki gün üstüste lise caddesindeki işyeri sabahın dördünde hırsızların talanına uğradı.
Mikroptan, Virüsten yasak koyarak insanı korumak iyi de! Sahi, mala-cana tecavüzü adeta hak gibi gören hırsızlardan nasıl korunacak toplum.
Dostumdur, izliyorum. Ya telefonla ya da sosyal medya hesabına bir “geçmiş olsun” dileği iletmekle yetiniyor tanıyanlar, dostları ya da kurum temsilcileri! Oysa geçmiş olsun dileğinde bulunan ve bunu diyen hemen herkes de biliyor ki; “geçmiş olsun” demekle geçmiyor hiç bir şey! Yapan, yapanın! Çalan, çalanın yanına kâr kalıyor adeta...
Şimdi ben de buradan “usta sesimi duyuyor musun bir ‘geçmiş olsun’ da benden ha!” mı diyeyim. Hadi, demiş olayım! Belki sesimi duyan bir sorumlu insan evladı çıkar da çalana, çırpana, çaldığı çırptığı “yanıma kâr kalır” diye düşünene “buraya kadar hele gel bakalım, kimin malını kimden çalıyorsun” der mi?
Bekleyip göreceğiz...
26 Kasım 2021 / Diyarbekir
Şeyhmus Diken
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.