Roboski'ye atılan tokat...
Bir tek tokat atmadıkları kalmıştı ailelerine Roboski’nin, onu da dünya kenti İstanbul’da, bildiğimiz Kadıköy’de, hepimizin gözü önünde tamamladılar bir polisin şahsında, F16 saldırısında kardeşi Serhat’ı, onlarca kuzenini, akrabasını kaybeden Ferhat Encü’nün suratında…
Zor bir gündü, olabildiğince ağır bir gündü, dünya başımıza yıkılmış gibiydi, hayat büsbütün durmuştu bizim için. Onca köy yakmalarına, şehir bombalamalarına, faili meçhul yapmalarına, işkencelerine, verdikleri sınırsız acılara tanık olmamıza, her çeşit ölümü yaşamamıza rağmen bu kadar derinden sarsılmamıştık hiç, dehşete düşmemiştik bu kadar. Can, can olmaktan çıkmıştı o gün, Roboski’de, yiğit Goyilerin ülkesine çıkan tüm derin vadilerde, dört bir yanı tankla, topla dolu dağ doruklarının kuşatıldığı yayla sırtlarında, evlerini, tarlalarını, hatta bahçelerindeki ağaçların gölgesini bile ikiye, üçe, dörde, beşe bölen sınır boylarında, dahası gök kubbesi silahlı helikopterlerin, amansız uçakların ablukasında olan her bir yerde, her bir köşede…
*
Elazığ’da, 2011 yılı 28 Aralık günü, Türk Hava Kuvvetleri’ne ait F16 Savaş uçaklarının, sınır hattındaki Roboskili köylüleri gece saat 21.43’te bombaladığının, çoğu çocuk onlarca insanın hayatını kaybettiğinin haberini aldık. Olayı duyar duymaz yola çıktık, Diyarbakır, Batman, Siirt, Eruh, Şırnak üzerinden Roboski’ye geçtik. Yol boyu kurulmuş onlarca kontrol noktası tamamen boşaltılmıştı, asker, polis karakollarına çekilmişti. İlk defa hiç durdurulmadan, hiç sorgulanmadan, kimlik kontrolüne takılmadan yolumuza devam etmiştik. Gün daha yeni ağarmıştı ki Roboski’ye, cenazelerin olduğu yere yetiştik. Önce katırlar, sonra da traktör römorkları yardımıyla sınır hattından ana yola, Şırnak - Hakkari karayoluna ulaştırılmıştı 19’u çocuk tam 34 cansız beden, tam 34 paramparça olmuş Roboskili can.
On binlerce insan sel olmuş, önüne çıkan ne kadar yüksek dağ, derin vadi varsa hepsini bir bir aşmış, dev dalgalar halinde akıp gelmişti sanki Roboski’ye, Hakkari’den, Van’dan Serhat’tın her bir yerinden, en çok da Amed’den, Mardin’den, Urfa’dan ve daha bir çok yerinden ülkenin. Öyle ki iğne atsan yere değmezdi insandan, o gün...
Canlarımızı aldık, binlerce aracın katıldığı bir konvoyla Uludere Devlet Hastanesi’ne getirdik. Burada otopsileri yapıldı, birer birer ilçenin girişindeki camiye getirildi, önce yan yana, yer yetmeyince bu defa arka arkaya dizildi 34 Goyi gencin bedeni, çoğu Encü, çoğu henüz çocuk 34 kardeş, kuzen, hısım akrabanın tabutu. En son tabut da geldikten sonra toplu namazları kılındı, ardından da annelerin, babaların, kardeşlerin, arkadaşların çığlıkları eşliğinde yeniden ambulanslara konuldu tabutlar, daha büyük bir konvoy eşliğinde son bir defa daha Roboski’ye getirildiler. Köyün girişinde omuzlara alınan tabutlar kara, yoğun çamura rağmen kilometrelerce süren dimdik yoldan yüründükten sonra mezarlığa getirildiler, dualar eşliğinde tek tek toprağa verildiler.
Bunlar olup biterken hiç bir yetkiliden tek bir söz, tek bir açıklama bile çıkmadı. Sanki bu ülkede hiçbir şey olmamış, bu ülkenin savaş uçakları, köye bitişik tabur, şahsen tanıdıkları, bildikleri, her an cep telefonuyla ulaşabildikleri onun albayı defalarca uyarılmasına rağmen aralıklarla gerçekleşen dört saldırıda 34 sivil yurttaşı bombalamamış, 34 Roboskili Kürdü, 34 Roboskili Goyi’yi katırlarıyla birlikte paramparça etmemiş, on binlerce insanın katıldığı bir merasimle 34 asli, gerçek, Kürt yurttaş toprağa verilmemiş, dahası memleketin her karış toprağında asayiş berkemalmış, her şey yolundaymış gibi davrandılar dünyanın gözünün içine baka baka. Bilmem kaçıncı sıradaki yetkili bile olmayan bir kaç ağızdan öylesine, hikayeden bir iki laf çıksa da daha fazla uzatamadılar karatma çabalarını, daha fazla devam edemediler vahşetin üstünü örtme yalanlarına, aralarında örgütlenmişler gibi sus pus oldular, her zamanki gibi ortalık biraz yatıştıktan, durulduktan sonra yine koca bir yalana baş vurup, “Dosya yargıda olduğu” gerekçesiyle konuşamadıklarını öne sürerek Roboski’de ne olduğunun anlaşılmaması, gerçeğin gün yüzüne çıkmaması, hakikatin bilinmemesi için imtina ettiler kendilerini konuşmaktan.
Yargıda olduğu gerekçesiyle hakkında konuşamadıkları, adını bile anmaktan kaçındıkları Roboski dosyası, kapağı bile açılmadan oradan oraya postalanıyordu. Dosyayı ilk ele alan Cumhuriyet Başsavcılığı, “yetki alanı’nda olmadığı gerekçesiyle dosyaya takipsizlik kararı verdi, havale ettiği Askeri Savcı ise kovuşturmaya yer olmadığına karar verip başından savdı. Dava dosyası, sivil, askeri savcı ve mahkemeler dolaştırıla dolaştırıla en sonunda Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) götürüldü. AYM de dava avukatlarına bildirilen 3 avukatın eksik vekaletleri iki gün gecikmeli olarak kendilerine ulaştırıldığı gerekçesiyle dosyaya bakmayı ret etti. AİHM de önüne gelen dosyayı, AYM’nin kararına dayandırılan bir iddiayla iç hukuk yolları tükenmediği gerekçesiyle ret kararı vererek dosyayı kapattı. Sanki herkes el birliği etmiş, Roboski davasını sonsuza kadar kapatmak istemiş.
Dönemin başbakanı Cumhurbaşkanı oldu, Genel Kurmay Başkanı emekliliğin keyfini yaşadı, Askeri İstihbarat Daire Başkanı Genelkurmay Başkanı oldu, oldu da oldu her şey, herkes en yerlere terfi etti, erk oldular, güç sahibi oldular, bir tek Roboski’de öldürülen gencecik insanların aileleri acılarıyla kala kaldılar.
*
Bir tek tokat atmadıkları kalmıştı ailelerine Roboski’nin, onu da dünya kenti İstanbul’da, bildiğimiz Kadıköy’de, hepimizin gözü önünde tamamladılar bir polisin şahsında, F16 saldırısında kardeşi Serhat’ı, onlarca kuzenini, akrabasını kaybeden Ferhat Encü’nün suratında…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.