Mars Neptün ile Buluşacak Kaç yıl geçti aradan?
Eminim hepimiz herkes günleri ayları saatleri dakikaları saydı. Durmadan yedik içtik camlardan pencerelerden dışarıya baktık. Sonbahardı, ardından kış geldi, daha sonra ilkbahar ve sonra yaz, sonra tekrar sonbahar, sonra tekrar kış, sonra tekrar ilkbahar, sonra tekrar yaz…
Can havliyle yazdığım son iki yazıya baktım. Panik halinden değil ama serzenişte bulunmuşum iki yazımda. Çokça tüketim içinde olduğumuzdan bahsetmişim. Doyumsuz mutsuz alışverişlerimizden dolaplarımızın giysilerle dolup taşmasından ardından giyecek bir şeyim yok diyerek ucuz/ pahalı mağazalara kendimizi atarak açlığımız derinlerde nerdeyse artık hangi derinliğin ölçüsü ne boyuttaysa bilemediğim onu örtbas ederim düşüncesiyle bıraktığımız yerden devam ettik ediyorduk yarım yamalak hayatlarımıza. Öbür taraftan ölümlerden ölüm beğeniyorduk.
Ölümden, ölenden dem vurarak onlara anma günleri tertipliyorduk habire, ölümleri kutsuyorduk sosyal medyalarda sadaka dağıtan yorumlar yazarak, dua ederek “ne yapalım öldünüz işte” diyerek kabulleniyorduk çabucak. İlk etapta bu gözle değerlendirdim başımıza gelenleri olanı bitireni. Hepimiz evlerimize kapanmış her sabah sınıfa giren aynı kara önlüğü giymiş, aynı beyaz yakalığı takmış çocuklar gibiydik. Durduk. Dinledik. Anlamaya çalıştık. Sınıfta bize ders verenler türlü türlü dersler anlatıyorlardı biz anlamaya çalışıyorduk.
Ödev veriliyor vaktinde yapmamız söyleniyordu. Korkun deniyordu. Sinin deniyordu. Etrafınızla tüm ilişkilerinizi kesin deniyordu. Gördüklerinizden kaçın deniyordu. Dışarı çıkmayın deniyordu. Evinize kimseyi almayın deniyordu.
Elinizi sık sık yıkayın deniyordu. Radyolarda bu duruma isim aranıyordu. Şöyle şöyle olursa bu isim, böyle böyle olursa bu ismi verelim deniyordu. Başka birileri başka başka fikirler atıyordu ortaya. Kafanızda ortalığı da karıştıracağız deniyordu. Öyle bir karışacak ki ortalık siz de bu karışıklığın içinde mecburi bulunacaksınız deniyordu. Evde durmadan yiyin için deniyordu. Uzanın koltuklarınıza hatta varsa kemerlerinizi bağlayın deniyordu. Mümkünse camları sıkı sıkı kapatın, içeriye hava dahi girmesin diyorlardı. Şu vakte kadar bu vakte kadar temel ihtiyaçlarınız hariç tuvalete giderken bile haberimiz olsun diyorlardı.
Elinizi hiçbir yere sürmeyin deniyordu. Sürerseniz şu bu ilaçla derinizi kazırcasına silin deniyordu. Ağzınızı burnunuzu sıkı sıkı kapatın dendi. Herkes buna riayet etti ve kapattık. Tutunacak yerleri lastik iplerle bağladık, lastikler kulaklarımızı acıttı. Burnumuzdan nefes alamadık çoğu zaman boğulmak üzere olduk. Uykularımız bölündü, uyuyamadık. Gökte ay havada yıldız üzerimizden vızır vızır geçen uydular, bizi izleyen uzay gemileri, ardından teleskop ve Mars gezegeni o sırada Neptün ile konuşuyordu.
Biz karınca gibi ürkek korkak birer minnacık yaratık misali sağa sola savrulup durarak çare bulundu dediklerinde getirin sağ kolunuzu, isterseniz sol kolunuzu. Sol kolunu uzatanlar sağ koluna yaptıranlar hepsi birebiriyle yarışırcasına sevinç duydu. Bazılarınız ölecek dendi. Öldü. Bazılarınız devam kollarını uzatacak dedi uzattık. Sağ sol fark etmez dediler. A sana, B ona, C şuna. Hepsi iyi dediler inanın bize ya! Korkmuş sinmiş bir vaziyette gelen emirleri bekliyorduk her gün. A senin koluna, B onun koluna, C şunun koluna, D de çok düşünenin koluna... Günler aylar yıllar böyle geçti. Şairin dediği gibi “şimdi geldik yolun yarısına”.
Büyüyen genişleyen midelerimize terbiye gerekli. Aklımızdan ziyade midemiz önemli. Mideniz önemli deniyordu. Az ve öz! Az yiyin, az düşünün, az kazanın, az yaşayın çok ölün… Gemiler bağlı hangi limanlarda? Ha de bakalım. Ay Dolunay olacak, Güneş üzerimize batacak. Denizler kabarınca taşacak. Dağlar taşlar yer değiştirecek. Uzay gemisinde kavga var. Hani birlikte çay içiyorduk? Mars Neptün ile buluşacak
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.