Kentlerin Kürdileşmesine karşı kayyum politikası…
Belediyelere kayyum uygulaması giderek kent yaşamına hâkim olmaya başlayan Kürdileşmeyi durdurma amacıyla hayata geçirilmiş bir devlet girişimidir, asimilasyoncu ideolojinin, ret ve inkarcı aklın ürettiği ortak politikanın hayata geçirilmiş halidir. Bir anlamıyla gücünü devlet zorundan alan Türkçü, İslamcı, Kemalist çevreler ile rantçı, tefeci kimi yerel sermaye odakların, gerici tarikatların ittifakı sonucu hayata geçirilmiş gaspçı bir uygulamadır. Bu uygulamanın hayata geçirilmesine gerekçe yapılan bildik kriminal argümanların tamamı safsatadır, bir teki bile gerçek değildir, baştan sona tertip edilmiş gizli, açık iftiracı tanıkların marifetiyle üretilmiş argümanlardır. Kayyum atanan belediyelerin hiç birinde yasa ve anayasaya aykırı tek bir işlem yapılmamıştır, tek bir ihaleye fesat karıştırılmamıştır, tek bir alımda kayırma olmamıştır, hırsızlık yapılmamıştır, kamu kurumlarında çalışma ehliyeti olmayan tek bir kişi işe alınmamıştır, tek bir kuruş çarçur edilmemiştir, tek bir lira bile bir yerlere gönderilmemiştir. Aldığı özel emir ile tepine tepine bölge belediyelerine kayyum atayan dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, bu konuda binlerce müfettiş görevlendirdi, bir tek usulsüzlük, hırsızlık bulunamadı. Kayyum politikasına gerekçe yapılan safsataları geçelim. Aslında, kayyum politikası, Kürtlerin ortaya çıkan kendilerini ve kentlerini idare etme kapasitesine, bölgede oluşan sermaye birikimine, kent yaşamına hâkim olmaya başlayan Kürt diline, Kürt kültürüne, Kürt sanatına, Kürt tarihine karşı geliştirilmiş özel bir politikanın ürünüdür. Bu uygulamanın tek amacı, biricik hedefi gelişen ve giderek yaygınlaşan Kürdi yaşamın önüne geçmektir. Bu nedenle sadece Kürt bölgesinde uygulanmaktadır…
*
Bölge kentleri yüzyıllık cumhuriyet tarihi boyunca atanmışlarla yönetildi. Sadece vali ve kaymakamlarla değil, merkezleri Ankara’da olan düzen partilerin seçtikleri, daha doğrusu resmi ideolojinin eleğinden geçirdikleri halk gerçekliğinden kopuk eğitimli, eğitimsiz ağa, şeyh, devletçi tüccar, halkın deyimiyle kodaman kesiminden devşirerek seçtirdikleri belediye başkanlarıyla Kürt kentlerini yönettiler. 12 Eylül faşist askeri darbenin gerekçeleri arasında yer alan kısmi demokratik ortamın yaşandığı 1979 yılında gerçekleşen yerel seçimler sonucu halk tarafından seçilen Ağrı Belediye Başkanı Urfan Alparslan’ın, Diyarbakır Belediye Başkanı Mehdi Zana’nın, seçildikten 28 gün sonra katledilen Batman Belediye Başkanı Edip Solmaz’ın durumu istisnadır. Bu politika, 18 Nisan 1999 günü yapılan yerel seçimler sonucu Halkın Demokratik Partisi’nin kazandığı 7 il, onlarca ilçe ve belde belediye başkanı ile ciddi bir yara aldı. Halk, ilk defa bu belediye başkanları döneminde yerelde iktidar olabildi, sınırlı da olsa ilk defa kendi çocukları kentin yönetiminde, daha doğrusu idaresinde yer alabildi. Üç buçuk dönemi kapsayan bu süreçte Kürtlerin idarecilik kapasitesi beklenenin üzerinde gelişti, üstenci, “Kürtlerin kendilerini idare etme yeteneği yok, serbest bıraksanız bile kendilerini yönetmeyi beceremezler…” gibi akla ziyan, temelsiz tespiti boşa çıkardı, hatta bu ülkenin geleneğinde olmayan alternatif “demokratik yönetim” biçiminde kabul gördü. Bu gelişme merkeziyetçi, retçi, inkarcı iktidarın sarsılmasına, anti demokratik uygulamalara yönelmesine neden oldu. Kayyum politikası bu gelişmenin önünü alma amacıyla tercih edildi, başka da bir nedeni yoktur…
*
Kayyum politikasının devreye sokulmasının nedenlerinden biri de bölgede oluşmaya başlayan sermaye birikiminin sistemde yarattığı panik ve korku halidir. Belediyelerin halka geçmesiyle oluşan olumlu havadan yararlanan girişimciler, geçmişte olduğu gibi palazlanır palazlanmaz İstanbul, Bursa, İzmir gibi yerlerde soluk alma yerine, doğup büyüdükleri topraklarda yatırım yapmayı tercih etmeye başladı. Bu da Kürdi bir sermayenin oluşmasına, hayat bulmasına neden oldu. Kısa sürede birçok fabrika, irili ufaklı üretim atölyesi kuruldu, kıt kanat imkanlarla yeni yeni pazarlar oluştu, ticaret canlandı. Yanı sıra atıl durumda olan bölge kaynakları ekonomik yaşama kazandırıldı. Her geçen gün biraz daha canlanan, giderek güçlenen bölge ekonomisi ile birlikte ortaya çıkan iş olanakları kentlerdeki yaşam kalitesini artırdı. Bu durum bir nebze de olsa bölgenin dışa olan bağımlılığını azalttı, tarihte olduğu gibi yeniden kendine yetme kapasitesine kavuşmasına neden oldu. Bölge ekonomisindeki bu canlanmaya karşılık ortaya çıkan sistemin refleksi ise anti demokratik bir uygulama olan kayyum politikası oldu...
*
Kayyum politikasının en önemli nedeni ise kentlerin Kürdileşmesidir. Yok olması, daha doğrusu Kürtçe’nin pazar ve kent dili olmaması için her türlü önlemin alınmasına rağmen Kürdileşme süreci yaşandı. Asimilasyoncu Kemalist sistem tarafından ölüme bırakılan kadim Kürtçe’nin yeniden hayat bulması, giderek yaygınlaşması, belediyelerin desteğiyle kurulan Kürtçe eğitim, sanat, edebiyat kurumlarının, kreşlerin açılması, Kürtçe’nin resmi kurumlarda kullanılması, cadde, sokak, park ve binalara Kürtçe isimlerin verilmesi, sanatsal, kültürel faaliyetlerde Kürtçe’nin öne çıkması, Kürt tarihi ile ilgili çalıştayların, konferansların düzenlenmesi, film ve belgesellerin yapılması, Kürtçe yayınların artması gibi gelişmeler sistemin tahammül sınırlarını haddinden fazla zorladı, dahası bu gidişattan tedirgin olmasına neden oldu. Kayyum politikasının devreye sokulmasının gerçek nedeninin bu ve benzeri Kürdi gelişmeler olduğunu bilmek için fazla akıllı olmaya gerek yok. Bunca iftiraya, yalana dayalı dezenformasyona ne gerek…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.