Kayyum atamaları üzerine kişisel bir analiz
İçişleri Bakanlığı haklarında cezai ve idari soruşturma açıldığı gerekçesiyle Diyarbakır, Mardin ve Van Büyükşehir Belediye Başkanlarını görevden aldıktan sonra gerekçesini kamuoyuyla: "Bakanlığımızca terör örgütleri ile iltisak-irtibatı olan, terör örgütlerine destek verdikleri yönünde tespit ve deliller bulunan belediye başkanları Anayasanın 127 nci maddesi ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 47 nci maddesine istinaden görevden uzaklaştırılmış, yerlerine Belediye Kanununun 45'inci maddesi uyarınca belediye başkan vekilleri görevlendirilmiştir" şeklinde paylaştı.
Bakanlığın bu gerekçesinin çok kısa hukuki bir analizini yaptığımızda şunu görüyoruz.
Görevden uzaklaştırılıp yerlerine vekil atanan kişiler Belediye Başkanları değil, Büyükşehir Belediye Başkanlarıdır. Büyükşehir Belediye Başkanları 5393 sayılı Belediye Kanununa değil, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununa tabidirler. 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununda 47. Madde diye bir madde yoktur. Olaya 5393 sayılı Belediye Kanununun 47’nci maddesinin uygulanması ise başlı başına bir kanunsuzluk nedeni olup işlemi hukuken geçersiz kılmaktadır.
Yine Anayasanın 127. maddesine göre mahalli idarelerin seçilmiş organlarının organlık sıfatını kaybetmeleri, ancak ve ancak yargı kararıyla olabilir. Aynı maddenin 3’ncü fıkrasına göre ise, hakkında bir kovuşturma veya soruşturma olan mahalli idare yetkilileri haklarındaki kesin karara kadar İçişleri Bakanının kararıyla geçici olarak ve iki ayla sınırlı olmak koşuluyla görevden uzaklaştırılabilir. Dolayısıyla anayasa İçişleri Bakanına böyle bir yetkiyi veriyor gibi görünse de bu yetki istisnai ve geçici bir yetkidir. Bu yetki çok nadir durumlarda, suçüstü hallerinde, ilgili kişi veya organların görevleriyle ilgili bir suça dair kullanılabilir. Bu durumda da geçici uzaklaştırma işlemi kesinlikle siyasi saiklerden uzak olmalı, işlemde sadece ve sadece kamu yararı gözetilmiş olmalıdır. Aksi durumda işlem amaç öğesi yönünden hukuka aykırı olur.
Bir de Ceza Hukukunun temel ilkelerinden biri suçsuzluk karinesidir. Bu ilke Anayasa’nın 38. maddesinin 4. fıkrasında, “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.”; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/2. maddesinde de “Bir suç ile itham edilen her şahıs suçluluğu kanunen sabit oluncaya kadar masum sayılır.” şeklinde ifade edilmiştir.
Güncel idari işleme bakıldığında, bu işlem, hiç bir şekilde İçişleri Bakanlığının işlemin gerekçesinde iddia ettiği ve kamuoyu ile paylaştığı gibi, Anayasanın 127/3, Belediyeler Kanunu 47 veya Türk Ceza ve Ceza Muhakemeleri Kanunu bağlamında Terörle Mücadele Kanunu Kapsamında yürümekte olan soruşturma veya kovuşturmalar olayı değildir. Bu işlem, merkezi iktidar partisinin hem kendisi hem de yereldeki yandaşları için tamamıyla rant amaçlı, her türlü yazılı ve görsel basını da aracı kılarak, vatan ve millet elden gidiyor teraneleriyle, kamuoyuna korku salıp, fakir ve eğitimsiz insanların milli ve dini duyguları ile çok kabaca oynamak suretiyle, onları arkalarına siyasi bir güç gibi alarak, kamu otoritesinin hukuka, adalete, yürürlükteki ulusal ve uluslararası mevzuata aykırı bir şekilde kötüye kullanılması işlemidir.
İşlemi savunur şekilde öne çıkan bazı yerel kişilerin hem işlem öncesi hem de işlem sonrası sosyal medyadaki paylaşım veya yazışmaları incelenirse, bu fırsatçı kişilerin nasıl da bu hukuksuz işlemden dolayı sevindikleri ve avuçlarını ovdukları açık ve net olarak görülür. Bu rantçı, keyfi ve fırsatçı yaklaşıma karşı verilecek her türlü demokratik mücadele meşru olmakla beraber yine de hukuki zeminden uzaklaşmamak gerek. Bu haksız ve dayanaksız işleme karşı ulusal ve uluslararası en etkin hukuk ve diplomatik mücadele kesinlikle verilmelidir. Bu mücadele verilirken her türlü şiddetten, vandalizmden, halkı aşından veya işinden eden bıktırıcı, rahatsız edici, tekrarlayıcı popülist eylemlerden kesinlikle uzak durulmalıdır. Kendi ayaklarına batmış dikeni dahi nasıl çıkaracaklarını bilmeyen bazı provakatör kişilerin, dünyanın bin yıllardır üzerine oturtulduğu kazığı çıkarmakla uğraştıkları şeklindeki sloganik söylem ve büyük laflarının etkisinde kalarak tahriklere gelinmemelidir.
Bu haksız ve dayanaksız idari tasarruf, seçmenin demokratik anayasal seçme ve seçilme hakkına ve Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi (International Covenant on Civil and Political Rights) ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesine (International Covenant on Economic, Social and Cultural Rights) aykırı olarak Kürtlerin yerelde kendilerini yönetme ve merkezi yönetime katılma haklarına karşı tesis edilmiş siyasi bir işlemdir.
Şiddetten uzak etkin bir hukuk mücadelesi ve paralelinde şık bir uluslararası diplomasi yürütülürse, her türlü hukuki dayanaktan ve meşruluktan yoksun bu işlemin ömrü kesinlikle uzun olmayacaktır.