Avrupa Birliği ile Türkiye ilişkileri
Avrupa Birliği ile Türkiye ilişkileri, birbirlerini sevmeyen çok çocuklu evli çiftlerin ilişkisine benziyor. Bu çiftler ne birbirlerini seviyorlar, ne birbirleriyle aynı sofrayı ve yatağı paylaşmak istiyorlar. Ancak defalarca birbirlerine karşı boşanma davaları da açmalarına rağmen, çocuklar ve ekonomik menfaatlerden dolayı boşanıp ayrılamıyorlar. Otuz yıllık avukatlık mesleğimde bu tür onlarca davayla şahsen karşılaştım.
Psikoloji biliminde bu tarz ilişkilere veya evliliklere toksik ilişki/evlilik deniliyor. Peki, toksik bir ilişki/evlilik nedir? Toksik ilişki/evlilik, tarafları yavaş yavaş tüketen, kendilerini suçlu hissettiren, öz güvenlerini sarsan, sağlıklı, mutlu bir yaşam ve yeni bir ilişki/evlilik sürdürmelerini her yönüyle engelleyen, komşuları ve akrabaları da çok rahatsız etmeye başlamış bir ilişki/evliliktir.
Bu tür bir ilişkiden/evlilikten kurtulmanın tek yolu, bu ilişkinin/evliliğin sinyallerini tanıyarak, ilişkinin/evliliğin toksik bir ilişki/evlilik olduğunu kabul etmektir.
Şu ana kadar ne Türkiye kendi ekonomik endişelerinden ve yüzlerce yıllık kendi vatandaşı Kürtlerle olan asimilatif, adaletsiz, anti demokratik ilişkisinin doğurduğu korkudan dolayı, Avrupa Birliği ile olan bu ilişkisinin toksik olduğunu kabul edebilmiş, ne de Avrupa Birliği mülteci ve uluslararası kökten dinci terör sorunu korkusundan dolayı, Türkiye ile olan ilişkisinin bir toksik ilişki olduğunu kabul edebilmiş.
Sayın “Zat-ı-Şahaneleri-Ali-İzzet-Ulu-Önder-Başkomutan-Reis-Devlet-Cumhur-Başkanımız”, son yedi yılda tüm meydanlarda “Ey ey ey ey Avrupa” diye seslenip ata sporu Trakya-Kırkpınar yağlı güreş meydanını batılı liderlere işaret ettiği halde, ekonomi kötüye gider gitmez, eniştenin kıymetli parçasına bir tekme atıp, AB’ye tekrar zeytin dalı uzatarak ilişkileri koparma/boşanma davasını geri aldı ve yeniden yeni reformlara hazır olduğunu söyledi. Ki, ben de şahsen bu reformları tamamen destekleyen biriyim.
Ancak öte yandan Avrupa Birliği liderleri de arrogant, tepeden bakıcı, küçümseyici imalarına, birey hak ve özgürlükleri konusunda birer insan hakları havarileri kesilmelerine rağmen, sırf 2.5 milyon zavallı Suriyeli Arap-Kürt mülteciyi Türkiye'de tutabilmek için her türlü insan hakları ihlaline göz yumdular/yumuyorlar. Bunun en önemli ve elle tutulur kanıtı da, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Demirtaş-Türkiye, Kavala-Türkiye ve benzeri kararlarının yerine getirilmemesindeki ketumluklarıdır.
Dün (25.03.20121) Video konferans yöntemiyle düzenlenen AB Liderler Zirvesi'nin bildirisinde, -bundan önce de defalarca değinildiği gibi-, yine ekonomi, göç, güvenlik, toplumlararası diplomatik temas ve seyahat gibi konularda Türkiye ile iş birliğinin güçlendirilmesi kararlaştırılmış. Ancak yine önceki bildirilerde de olduğu gibi, bu bildiride de kapı aralıklı bırakılmış ve Türkiye ile kademeli, orantılı ve "Rule of law and democracy are absolutely key to any dialogue we have with turkey//Demokrasi ve Hukuk Devleti ilkeleri Türkiye ile diyaloğumuzun kesin anahtardır” denilerek geri dönüp yeni bir boşanma davasının açılabileceği ima edilerek hala bu toksik evliliğe devam edilebileceği belirtilmiş.