DÜNYA’YI BOYNUZLARI ÜSTÜNDE TUTAN ÖKÜZ!
Yaz aylarıydı, ilkokullu yıllarım ve yine dayımlardayım; küçücük, güzelim Selevdun’da. Köyü güzel kılan, aşağıda Dicle’nin bir kolunun geçiyor olmasıydı. Ve nehrin aktığı yönün tersinde, yukarılarda, küçük bir ormanlığın, bir nevi bir vahanın varlığıydı. Ve vahanın tam ortasında Şex Cafer ziyareti vardı. Zaten o doğal koruluk, varlığını Şex Cafer’e borçluydu. İnsanlar; Şex Cafer’in, ağaçlara zarar vereni cezalandırdığına inanırdı. Ağaçlar, varlıklarını bu sayede sürdürebiliyordu.
Dayım; beni gördüğünde elimden tutar, beni arı kovanlarına sürüklerdi. Kara kovan balı muhteşemdi! İnsanlar sahtekâr olmamıştı, hayat sahteleşmemişti daha! Dayım; kolunu dirseğe kadar arı kovanına sokar, bal çıkarırdı. Ne maskesi vardı ne de başka bir şey! Kolunun üstünde yüzlerce arı vardı! Dayımı, kokusundan mıdır nedir, tanıyorlardı herhalde! Ona dokunmuyorlardı! Ben güvenli bir mesafeden, birkaç metre geriden izlerken bile alçak arıların gelip beni soktuğu olmuştu! İnanılır gibi değil!
yaşken eğilenlerin yitiktir gençliği, sayılmaz
diri değiller, sevdasız giremezler şiirimize
YÜREĞİ DİNLEYENLER
korkusuzluğunu selamlayın, size gençliği anlatayım
gönüllerin suları köpürür, sıcaklıkları duyulsa
eksikliklerini büyütmem, kimse zorlayamaz beni
hayatın nabız atışları nasıl güzel olmaz
gerektiğinde asılmaya yıldız çerçeveli dünyaya
hazırdır, şiir verili yürekleri duyarlı
yan tutarak çalarlar kavallarını, flütlerini
ezgilerini bildik rüzgârlar taşır
gülüşle başlar düşleri, kahkahayla sürer
seçilir gözlerinin ışıltılı derinliğinde
atların dolu yele parlayışları, işte öyle
dünyayı sıksalar, suyunu içseler, yetinmezler
süslü gönüllere de gelmezler, baş eğmeye yaban
tek dinledikleri yürektir, istekleri baş üstüne
yaprakları sararan ağaçları bile silkeledikleri olur
nankörlük etmek yok insanlığa kitaplarında
(bir kelebeği çırpınırken de görseler sanırsınız hepsi şair)
sivil hava solumasalar boğulurlar
ya ormana giderler ya dağa
özlemleri için alışırlar uzakları görmeye
nasırlı ellerin manifestosu pusulalarıdır
serin kokularla ıslak çıkıp gelirler
köşelerde düşürülürler ‘kim vurdu’ya giderler
suların paletine… suların paletine
toplu da biçilseler, renkleri siner
gençliğin yürek vuruşları ölümlülerinkini andırmaz
duraksız çarpar sonsuzluğa yeniden
ŞARKILAR TILSIMI – MEMLEKET YAYINLARI – 1986
RUHLAR MAHŞERİ(Toplu Şiirler) J&J YAYINLARI-2015
Ve tencereler dolusu süt sağıp getirirlerdi. Her birimizin önüne taze süt doldurulmuş, devasa birer tas bıraktılar. Dayımın oğlu sütü kafaya dikti. Diliyle ağzına bulaşmış sütü yalıyordu. Ben konuşmaya dalmıştım. Bir de baktım Şakir; benim sütü de kafaya dikiyor! Hey, o benim payımdı, dedim.
“Şîr e, qeweta pîr e” (Süttür, insanın beline kuvvettir!) lafını tekrarlayıp duruyordu. Ben lafı olduğu gibi söylemedim; ama neyse! Ayağa kalkmamla Şakir’in kaçması bir oldu! Dayım arkamdan; Aydın, karışma ona, korkudan içtiği sütten beyaz oldu, diyordu.
Ve Selevdun’un Mahatma Gandi’si dayım, benim biricik dayım Abdülkadir Turan’dı. Dünyalar iyisiydi. O gariban köyün ışığıydı. İnsanlar, gülümsemeyi çokça ona borçluydular.
7’den 70’e herkesin sevdiği, saydığı insandı. Bir halk bilgesiydi o. Meramını mesellerle anlatır, bizi kahkahalardan gözyaşlarına boğardı.
Dayım, kulakları ağıt işittiği için akrabalar bana: “Dayın İsmet İnönü gibidir. İşine geldiği zaman hemen duyar, işine gelmediğinde de hiç duymaz! Senin dayın çok yamandır! ” diyorlardı.
İlkokuldayken, yaz aylarının birinde, beni çok etkileyen o muhteşem yapıtı, “Binbir Gece Masalları”nı ilk onda okumuştum. İki koca cilt; ansiklopedi formunda uzun, kalın iki cilt ve hiç unutmuyorum, yeşil kaplıydı. Ve o ana kadar okuduğum Teksas, Tommiks vb. resimli mecmualara ne de Kemalettin Tuğcu’nun romanlarına benziyordu. Dünyamı allak bullak etmişti. Okuduğum dönem de gecelerinde pirêbok (karabasan, cin, peri, hayalet) masallarının anlatıldığı köy ortamıydı. Yani bire bir örtüşen bir ortam ve çocukluk dünyam… Ardından bütün dünya masallarını okumuştum; ah Andersen Masalları’nda bir de Kibritçi Kız’ı...
Geceleyin bütün ahali, dayımların konağına gelirdi. Ben bütün ukalalığımla Dünya’yı, uzayı, galaksileri, evreni anlatıyordum. En çok sevdiğim alandı. Ve Dünya’nın hem kendi etrafında dönüşünü hem de Güneş etrafında dönüşünü anlatıyordum. Benle mutlanıyor, eğleniyorlardı. Köyün gözbebeğiydim. Beni çok seviyorlardı ve tabii bana takılıyorlardı da… Ben hızımı alamamıştım, bir sonraki güne hazırlık yaptım. Güneşi, Dünya’yı, Ay’ı ve yıldızları ve diğer gezegenleri temsilen bir düzenek kurdum. Dayımın oğlu Şakir ve köy çocuklarının hepsi, bana yardım ettiler. Gece, bizimkilere sürpriz hazırlamıştık. Ve köy ahalisine, geceleyin uygulamalı olarak anlattım. Gariban gaz lambalarımız vardı. Onları da söndürttüm.
Ve başladım düzenek içinde Dünya’nın nasıl kendi etrafında dönerek gece ve gündüzü, Güneş etrafında dönerek mevsimleri oluşturduğunu anlattım. Köydeki akrabalar, “Aydın, Dünya’yı boynuzları üzerinde tutan öküzü ne yaptın? ” diye soruyorlardı.
Dayım:
O öküze çuvaldızı batırıp kaçırtan mutlaka Aydın’dır! Onun için gariban Dünya’mız, böyle boşlukta sersem sersem dolanıyor! Köy odası kahkahalardan geçilmiyordu!
(BAĞLAR GÜNEŞİ ÇOCUKLARI – PİJAHMO/ ROMAN) (J&J YAYINLARI - 2017)
Herhangi bir Avrupa ülkesinde bir insan; bir trafik kazası geçirse, hayat boyu bunun travmasından çıkamaz! Benim kuşak, biz; bu ömrümüzde neler neler yaşamadık ki? Şimdi de küresel salgın! Sanki bizdeki ‘ulusal salgınlar’ azdı, bir de küresel olanı bindirdi! Bilim dışı öğretilere kulak veren bir tip olsaydım, toplum olarak günahımız çok da ondan derdim! Üstelik toplum olarak günahımız çok da!
Dipten üste doğru örgütlenen bir toplum değiliz! Başımıza gelenler, başımıza getirdiklerimizdendir! Benim kuşağın, başını koruyacak saçları da kalmamış! Daha da yağıyor! Bu yağan, rahmet de değil! Ah ulan!
Benim kuşağın da ömrü yetsin, şeffaf bir toplumsal örgüyü görmeye dyorum! Sakın, bencillik ettiğimi düşünmeyin! Sadece kendim için düşünüyorsam, Donald Trump olayım! Hani güzellikleri bizim toplum da bir yaşayabilsin istiyorum!
Sınırsız, sınıfsız, ayrımsız, savaşsız, herkesin üretip adilce bölüştüğü özgür ve refah içinde bir dünyayı düşleyen ben; diktatörlüklerin cehennemin dibine gömüleceği, normal bir dünyayı bile kabullenir hale geldim! Yuh olsun bu aşağılık yüzyıla!
Yoksulluğun, yoksunlukların olmayacağı günler diliyorum. Sevgiler, saygılarımla… Aydın ALP
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.