DİCLE KURURKEN!
Kuraklık, iklim ve çevre sorunları ile ilgili haberleri radyo ve televizyonlardan dinleyip yada gazete ve internet haber sitelerinden okuyup duruyoruz, ah vah etmeden öte de elimizden birşey gelmiyor. Sorun tek tek bireyleri aşan, hükümetleri, devletleri ilgilendiren bir sorun haline geldi. Geçenlerde bir haber okuyunca irkildim. Nasıl yani dedim, kendi kendime.
Bin yıllardır akan Dicle Nehri kuruyacak mı? Haber şöyleydi:"eğer önlem alınmaz kuraklıklar böyle giderse 2050 yılı sonrası Dicle Nehri kuruyacak."
İklim ve çevre felaketi ile insanlık karşı karşıya geldi!
Belki de insanlığın var oluşundan beri ilk olarak Dicle Nehri kuruyacak!
Felaketin farkında mıyız?
Çocukluğum ve gençliğim Diyarbakır'ın Ergani ilçesinin Üç Evler semtinde geçti. Dağın eteğinde ailemize ait 2000 dönümlük arazide 4 tane hiç eksilmeyen/kurumayan bir tane de yazın bir iki ay kesilen/kuruyan kaynak su vardı. Geniş bir arazide meyve bahçeleri yetiştirilir, ayrıca bostanlar ekilirdi.Su ihtiyacımız ve sulama bu kaynak sulardan karşlanırdı. Bugün o sular yok, su kaynakları kurudu. 50,60 metrelik sondajlardan da su çıkmıyor. Sondajlar 100 metreye kadar indi.
Yeraltı suları da hızla tüketiliyor, tükeniyor.
Kazaya su, Dicle Nehri üzerinde yapılan barajdan getiriliyor.
Bu durum beni düşündürüyor, ürkütüyor.
Nereye kadar bu sorumsuz tüketim?
Nereye kadar bu vurdumduymazlık?
Nereye kadar yetkililerin çevre ile ilgili bu duyarsızlığı ve okullarda anlamsız içi boş sözde Çevre Kulübü ile verilen çevre eğitimi.
Aşağı yukarı yirmi yıl önceydi. Çalıştığım okulda Çevre Kulübü rehber öğretmeni idim. Öğrencilerimle çevre ile ilgili çokta derinliği olmayan, Okulu, çevremizi, kendimizi temiz tutalım gibi yüzeysel konuları kapsayan kulüp çalışması yapıyorduk.
O dönem özel televizyonlar popüler. Özel bir televizyon kanalı çevre ile ilgili bir yarışma düzenlemiş, bunu resmi kanalla çalıştığım okula ve çevre okullara iletmişti. Okul idaresi Çevre Kulübü’nün yarışmaya katılmasını istedi. Bizde Kulüp olarak, çocuklarla nasıl bir yazı ile yarışmaya katılalım diye tartışma yaptık. Sonuçta, Merve adlı kız öğrencim benim konuşmalarımın da etkisinde kalarak aşağıdaki yazıyı yazdı. Öğrencimin yazısını yarışmaya katılmak için uygun bulduk. O yazıyı yıllar sonra kütüphanemde, dosyamdan çıkardım. İşte o yazı:
"Çevremizi ve dünyamızı kirleten biz çocuklar mıyız?
Hayır! Elbette bizler değiliz. Çevremizi ve dünyamızı kirletenler kötü yöneticiler ile çevre duyarlılığı olmayan kötü fabrika sahipleri ve işletme sahipleridir.
Bence, önce bu kötü yönetici ile çevreye duyarlılık göstermeyen kötü fabrika sahipleri ve işletme sahiplerinden kurtulmalıyız. Sora:
-İnsana ve doğaya değer vermeliyiz.
- Doğa ile dost ve barışık olmalıyız.
- Sağlıklı bir yaşam için iyi bir çevre bilinci oluşturmalıyız. Bu konuda insanlarımız duygusal değil duyarlı olmalı.
-7'den 70'e herkesi çevre konusunda eğitip, kirlettiklerimizi temizlemeliyiz.
-Bence kirlilik insanların beyninde, hırsında ve düşüncelerindedir.
-Çevre kirliliğini ülkemizdeki her türlü kirlilikle birlikte düşünmeli, tüm kirliliklere karşı mücadele etmeliyiz.
- Bu arada biz çocuklarda sınıfımızı, okulumuzu çevremizi temiz tutmalıyız.
-Çevre kirliliği ile mücadele, güzel bir yaşama hizmettir. Bu Yurt bizim, Dünya hepimizindir. Yurdumuzu ve Dünyamızı daha güzel yaşanır kılmak için hep birlikte havamıza, suyumuza, toprağımıza kısaca hayatımıza sahip çıkmalıyız.
-Ne mutlu yüreklerinde insan ve doğa sevgisi taşıyanlara!
-Teşekkür ederim".
Bu yazıyla bir hafta sonu İstanbul Beşiktaş Akratlar'a Merve öğrencimin ailesi ile birlikte yarışmaya gittik. Çevre okullardan gelen katılımcılar da vardı.
İlgililer bizleri sıcak karşıladılar.
Çocuklara pasta, meyve suyu, bize de kurabiye ve çay ikram ettiler. Sonra " sizleri çağıracağız" deyip bizleri gönderdiler.
Sonuçta yarışmaya çağırmadılar. İki satırlık bir yazı veya telefonla sonuçla ilgili bilgi de vermediler.
Bu memlekette ne yazık ki işler böyle...
Dicle Nehri'nin kurumasının konuşulduğu bir dönemde, "kötü yönetici ile çevreye duyarlılık göstermeyen fabrika sahipleri ve kötü işletme sahiplerinden kurtulmalıyız."Derken öğrencim Merve haksız mıydı? Haksız olmadığını Dicle Nehri'nin kurumasına çeyrek yüzyıl kalmışken daha iyi hisedip görüyoruz sanırım.
Sizler, Dicle Nehri'nin kurumasının olup olmayacağını düşünürken, ben, yazımı yüreği doğa ve insan sevgisi ile dolu olan kardeşim Şadan Hocanın şiiri ile bitireyim.
CAN DOSTLARIM
Hayallerim...
Umutlarım da olmasa,
Bu deli gönlüm
Bu sarhoş bedenim,
Nasıl varlığını sürdürür?
Neye yarar!
Pencereme vuran,
Yağmur tanelerinin,
Güzelim danssını izliyorum.
Gönlüm havadar!
Doğa ananın hüzün gözyaşları mı?
Bilemiyorum...
Belki de sevinç gözyaşlarıdır.
Anam düştü aklıma,
Oğul:
Yağmur rahmettir,
Yağmur berekettir,
Yağmur umuttur,
Yağmur hayattır,
Her canlı, hatta,
Her cansız, özellikle toprak ana,
Onun yağmasını bekler, derdi.
Ne de güzel söylerdin,
Güzel anam, ne de güzel!...
Yine gönlüm havalandı,
Yağan yağmurla,
Esen rüzgarla,
Gezinip durur.
İçim içime sığmıyor.
Ne zor yalnızlık,
Ne zor garibanlık,
Ne zor fakirlik,
Nasıl da zor duyarsızlık,
Ne zor kahrolası umutsuzluk!
Yağmur kadar saf,
Yağmur kadar temiz,
Yağmur gibi, yaşama anlam katan,
Güzel insanlar da olmasa,
Nasıl çekilir bu hayat.
İyi ki varsınız,
Güzel insanlar!
İyi ki varsınız,
Kadir kıymet bilenler,
İyi ki varsınız can dostlarım!...
Şadan Üzülmez
30 Kasım 2023
Boğaziçi/Milas/Muğla
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.