Deli Kedê, Siverek’in gülü, divanesi…
O gün yine bize gelmişti, başını eyvanda oturan annemin dizine koymuş, sere serpe uzanmış, uyuyordu. Onu evde görür görmez yüzüm düştü, sinirlerim tepeme çıktı, uyandırmak, onu evden kovmak için tam üstüne bağıracaktım ki annemin sert bakışları beni durdurdu. Çaresizce susmak zorunda kaldım, sessizlik içinde eyvanın girişinde oturup onu izledim, üstü başı tertemizdi, sıkıca bağlanmış baş örtüsü birazcık yana kaymıştı, henüz örüldüğü belli olan kalın saç örgüleri annemin öbür dizi üzerinden yere sarkıyordu. Gördüğüm manzara beni deli ediyordu. Bilmem kaçıncı defa annemle tartışmıştım, bu kadın evimize gelmeyecek, tas ve tabaklarımızı, kaşıklarımızı kullanmayacak, soframızda oturmayacak diye. Her defasında da annem beni susturuyordu. Çoğu zaman kavgayla biten tartışmamızın sonunda iyice hiddetlenen annem, “Deli de olsa o bir kadın. Bana ihtiyacı olduğu sürece o bu eve gelecek, ben ona bakacağım” diyordu…
*
Deli Kedê, çocukluğumun geçtiği Siverek’te divane yaşayan bir kadındı. Sokaklarda teneke ve kemik toplayarak geçimini sağlayan Şahin Koço adında, kısa boylu, ufak tefek yaşlı bir adamla evliydi. Ben yaşlarında Mehmet adında, sarışın, mavi gözlü, beyaz tenli bir oğlu vardı. Mehmet’e babası bakıyordu. Evimizin az ilerisinde, etrafı farklı tip teneke ve kemik yığınlarıyla çevrili, küçücük toprak bir evde yaşıyorlardı. Kimi kimsesi olmayan Şahin Koço’nun gücü, kuvveti yerinde, sinirlendiğinde ise en değme erkekleri bile bir vuruşta devirebilen iri yapılı Deli Kedê’ye yetmiyordu, ne yaparsa yapsın ona ses çıkartamıyordu. Sinirlendiği zaman evin altını üstüne getirir, teneke ve kemik yığınlarını birbirine katar, Mehmet’i ondan korumaya çalışan Şahin Koço’yu sile tokat döver sonra da başını alıp giderdi. Delirmiş bir halde kendini sokağa atan Deli Kedê, bazen günlerce eve gelmiyordu. Nereye gittiğini, ne yaptığını Şahin Koço dahil hiç kimse bilmiyordu. Bazen de günlerce evden çıkmıyordu…
*
Deli Kedê ile sadece evimizde karşılaşmıyordum. Bazen sokakta, bazen çarşıda bazen de hayvan pazarında onu görürdüm. Hangi dükkana girse esnaf onu geri çevirmezdi, ne istese alıyordu. İhtiyacından fazla bir şey almazdı. Canı elma istediğinde bir elma, şeker istediğinde bir, bilemedin iki şeker, sigara istediğinde bir sigara, fırından ekmek istediğinde genelde çeyrek ekmek alırdı. Onu Siverek’in gülü, divanesi olarak belleyen esnaf fazlasını ikram etse de o almazdı, “Fazlası haramdır…” derdi. Çarşı Deli Kedê’nin en rahat ettiği, kimsenin sataşmadığı, kendi halinde yaşadığı, zamanını huzur içinde geçirdiği yerdi. Sürekli peşinde dolaşan, uzaktan uzağa onu izleyen, kışkırtmak için fırsat kollayan çocuklar esnafın korkusu ile ona daha fazla yaklaşamıyor, rahatsızlık veremiyordu. Deli Kedê de bunu bildiği için elinden geldikçe çarşıdan çıkmazdı, tek başına tenha sokaklara girmezdi, elinden geldikçe mahalleye giden birilerini bulur, onlarla birlikte evine giderdi…
*
Deli Kedê, bazen tek başına eve gitmek zorunda kalıyordu. Çarşıdan ayrılır ayrılmaz dar sokaklarda ona pusu kuran çocukların taşlı saldırısına uğruyordu. Cepleri taş dolu olarak önünü kesen çocukların, daracık sokaklarda yankılanan “Deli Kedê, Deli Kedê, Şahin Koço…” naralarına maruz kalan Deli Kedê çıldırıyordu, vahşi hayvanlar gibi karşı saldırıya geçiyordu, birer zebani gibi her bir yandan taşlayan çocukları püskürte püskürte ancak evine gidebiliyordu. Eve gidene kadar kan ter içinde kalıyordu. Benim de zaman zaman mahallenin çocuklarıyla birlikte sokaklarda peşinden koşturduğum, her karşı hamlesinde ise canımı zor kurtardığım Deli Kedê’nin bizim eve gelmesi, annemin üstünü başını yıkaması, soframızda oturtması, tabaklarımızda yedirmesi, dizinde yatırması beni deli ediyordu. Mahallede annemin Deli Kedê’yi himaye eden kadın olarak bilinmesi, çocukların bunu alay konusu yapması beni zaten yeterince çileden çıkartıyordu…
*
Yaşanan bir sokak muharebesinden sonra farkında olmadan onun peşinden bizim eve girmiştim. Can havlıyla kendimi eve atmamla benden önce eve girmiş olan Deli Kedê’nin beni yakalaması bir oldu. Çığlıklarıma aldırış etmeyen Deli Kedê, annemin yanına götürmüş, beni bir yumak gibi ayaklarının dibine atmıştı, hatırladığım kadarıyla, Kürtçe, “Abla, senin oğlun bana taş atınca çok zoruma gidiyor. Ona söyle bana taş atmasın, deli de olsam ben bir kadınım, ayıptır…” demişti. O gün anneme karşı çok mahcup olmuştum, bir daha Deli Kedê’ye taş atmadım, eve gelmesine karşı çıkmadım, onunla bir arada bulunma korkum devam etse de uzaktan uzağa ona hayranlık duymaya, onu sevmeye başladım. Bir keresinde cebinden çıkarttığı bir şekeri yanında getirdiği oğlu Mehmet’e, bir şekeri de bana vermişti. Bu hareketi ona duyduğum korkularımı biraz daha dağıtmıştı. Bir süre sonra mahalleden ayrıldık, onu ara ara Siverek çarşısında, sokaklarında görsem de bir daha yanına yaklaşmadım, elimden geldikçe ona taş atan çocukları engellemeye çalıştım. Sonra ona ne oldu, nasıl yaşadı öğrenemedim…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.