Yahya ÖGER

Yahya ÖGER

Bunu hak etmiyoruz

Bunu hak etmiyoruz

Küçük menfaatler için insani ve islâmî sınırlarımızdan taviz verirsek, insanlar her alanımıza müdahale etmeyi kendine hak olarak görür. Hayallerimize ve hayatımıza müdahale edene, bazen değil her zaman dur demeyi erdem bilmek kazançtır.Çoğunlukla biz bunu elde edememiş bir topluluğuz.

Milletçe düşman yaratarak bir çalışma programı içindeyiz.Yeterince düşmanımız yokmuş gibi her muhalifi düşman görmek,siyaseten kısa vadede kazanım olsa da, uzun vadede ciddi bir yozlaşma,çatışma ve toplumsal barışın yok olması nedenidir..
Bunu neden yazdım size açıklayayım.. Plastiğin/ naylonun egemen olduğu bu çağda,bütün ilişkiler yapay ve yorucu olmaya başladı.Dünya hızlı bir şekilde kaosa doğru sürüklenirken,ülkeler değer karmaşası yaşamanın handikapında..
Tarihte 33 medeniyete ev sahipliği yapmış ve dünyaya kültür ve medeniyeti ihraç eden Mezopotamya'nın kadim şehri Diyarbakır,eski Diyarbakır değildir.
Acı ama gerçek,Diyarbakır değerlerine sahip çıkmada genel anlamda çok vurdum duymaz bireylerin yerleştiği bir şehir haline geldi.
90'lı yıllarda terör örgütü mağduru,devletine küskün,çevre illerden gelip yerleşen,vasıfsız (vasıfsız deyince lütfen kızmayın, ekonomiye artı değer katmayan,eğitim, kültür ve sanat anlamında herhangi bir becerisi olmayanları kastediyorum) hormanal bir büyümenin sosyolojik çalışmalarda bariz bir örneğini teşkil eder.
Burada küçük bir parantez açarak şunu da söyleyebilirim ki Suriye iç Savaşı'ndan sonra Suriye'den göçe zorlanılan akademik ve üst düzey vatandaşlar Avrupa'ya, orta direk diye bilinenler İzmir,Bursa,İstanbul, Eskişehir gibi şehirlere, zanaatkar olanlar daha fazla fabrikaların yoğunlukta olduğu Antep'e, ama hiçbir vasfı olmayanlar da Diyarbakır ve çevre illere gelip yerleşti.

Diyarbakır'dan bahsedilirken hep doğunun başkenti Paris olarak anılır.Herkesin Diyarbakır ile ilgili bir plan programı vardır. İslami camianın genel anlamıyla Diyarbakır ile ilgili yorumlarında 'dış mihrakların' ele geçirmek istediği bir il olarak anılır. Kürt solu bütün medeniyetleri elinin tersiyle bir kenara iterek, bu şehrin İslam'la anılmasına tahammül bile edemeyecek çalışmalara imza atıyor.İsminin tarihte Amed, Amedia olarak anılmasını hazmedemeyen bir grupla karşı karşıyayız çoğu zaman.
Her örgütsel yapının Diyarbakır üzerine plan ve programı vardır. Bu şehre biçilen öyle büyük bir misyon var ki! Diyarbakır'ı almakla bütün Türkiye'yi almayı eş değer tutar sol siyasiler.Oysa Diyarbakır,Türkiye'nin güzel şehirlerinden biridir.Herhangi bir yerin başkenti felanda değildir. Diyarbakır Türkiyedir.

İnsanların her şeyi başkasından bekleme ve suçu hep başkasına atma hastalığı bu toplumu esir almış...Toplumsal bilinç, Diyarbakır aidiyetliği yok denecek kadar azdır. Kimin ağzını açarsanız,ağız birliği yapmışcasına söyledikleri tek laf,Diyarbakır böyle olmamalı..

"Karanlığa küfreden değil mum yakan olmak lazım denilse de,bireysel ve örgütsel bütün çalışmalarımızda hep suçlayıcı olmuşuzdur. Yönetimsel anlamda da herkes herkesi suçlayarak kendini kurtarır.Hizmet etme adına beceriksizlikten ziyade vurdumduymazlık had safhada,herkesin bir bahanesi elbette var. Yerelde hizmet edememenin bahanesi mi? Kayyum...

İnsaf,ille de biri sopayla başımızda mı durmalı?..
Bayramda,seyranda bile fırsatçılık yapıp bir bahaneyle zam üstüne zam yapanların varlığı mide bulandırıyor.Her alanda ve her yerde olduğu gibi,ticari ahlak sorunu var.Denetim yetersizliği, Dünya'nın ve ülkenin içinde bulunduğu ekonomik çıkmazdan kaynaklı zamlar, sattığımı yerine koyamama bahanesi,bankaların vermiş olduğu yüksek faizden kaynaklı büyük meblağlarla alınan gayrimenkul kira gelirinin neredeyse banka faizine eş değer tutulma isteği vs vs.. Onlarca sebep, iyi de ne zaman bu hale geldik?..

Diyarbakır'la ilgili birkaç ana başlık var.
Daha önceki yazılarımda da söylemiştim.Toplum olarak hemen heyheylenmeye,muhalif söylemleri olanları suçlamaya hazırız.Ama ben yine de burada yazayım.

Tahmini iki milyon nüfus,nüfusunun altı yüz binden fazlası öğrenci,nüfusunun büyük çoğunluğu alt gelir gurubunda yer alır.
İşsizlik oranının en yüksek olduğu şehirlerden bir tanesi,ekonomik kayıplarını üretimle telafi etmekten ziyade,kazanç kapısı olarak yasal olmayan ticareti kendine hak sayan azımsanmayacak bir kesim,
tütün kullanımının en yüksek olduğu memleket,
Türkiye'de en fazla bahis oynanan ilk beş ilden biri,
Sokaklarda tahmini iki bin çocuk işçi (su satan,mendil satan, simit satan, cam silen) ,sanayii konusunda büyük iller arasında yer edinmemiş,
Büyükşehirler arasında raylı sistemi olmayan birkaç ilden biri.Büyükşehir olup tek üniversitesi olan,Üniversite giriş başarısında iller içinde 70-80.sıralamada..Herkesin sahipsiz dediği ama kimsenin elini taşın altına koymadığı,her şeyin devletten beklenildiği,her şeyin bahanesinin olduğu, söylem ve eylem zıtlığı toplulukların oluşturduğu kadersiz memleket...
Gelenin gideni arattığı, kimsenin kendini hesaba çekmediği,herkesin haklılık iddiasında olduğu coğrafya..Denetlemenin sınıfta kaldığı, her işin kafa kol ilişkileri ile yürütüldüğü,üçüncü dünya şehri olduğunu söylemiyorum.

Kayyum konusunda benim fikrim bu yazıda çok önemli değil..Şu bir gerçektir ki yerel yönetim noktasında hep musluğun başında birilerinin durduğu ve muslukların yönlerinin Doğu- Kuzey yönünde hortumlara aktığı bir gerçektir.

Tek özelliği,siyasi kimliklerinin bıyıkları ile zuhur edenlerin,Diyarbakır insanına yabancı ya da yabancı olmayı kendine ilke edinen birden çok grubun,hep hükümran olmaya gayret ettiği,taşı kara bahtı kara bir şehir..

Diyarbakır'a hizmet etmeyi, tabelaları değiştirmek zanneden,gençliğe ulaşmayı parklarda sanatsal faaliyetler adı altında nahoş davranışların sergillenmesine müsaade eden,şehrin kirliliğini görmezlikten gelip en büyük hizmeti toplu taşıma araçlarında"rojbaş ve dembaş"ses kayıtları ile insanları karşılayan,ücretsiz ulaşım noktasında var olan mağduriyeti gideremeyen,ulaşım problemini gideremeyen yöneticilerden çok da büyük beklenti içerisinde olmamak lazım.

Önceki dönemlerde de yazmıştım, işsizlik oranının en fazla olduğu bu şehrin her mahallesinde birden fazla cami yapmanın israf olduğunu ve bu şehre lazım olan eğitimin, sağlığın iyileştirilmesi gerektiğini, fabrikalar ve küçük atölyelerin açılması gerektiğini de dile getirmiştim yine de aynı kanaatteyim ve aynı dil üzerindeyim. Bu şehrin her sokağına bir sahabe ismini vermekle bu şehir dindarlaşamayacağı gibi bu şehirde şehrin dini değer yargılarını hiçe saymakla da bu şehir ütopik solun kalesi de olmaz.

Çok da fazla büyük bir yatırımlara gerek yok.Var olan kültür ve inanç turizmini canlandırmak bu şehrin birçok problemini giderme noktasında elinizi güçlendirecektir.

yıllar öncesinde Konya'dan gelen bir ekibi Hz Süleyman camii de dolaştırırken burada 27 sahabe metfun dediğimde, Konyalı dostumun bana söylediği Şu lafı burada yazmak istiyorum."Biz sahabenin tırnağı etmeyen (küçük görme ifadesi değil, alçak gönüllülüğü ifade eder)Mevlana'nın sırtında Konya'yı dünyaya tanıtırken ve ilin ekonomisine değer katarken,siz sahabe şehri olan Diyarbakır'da bu sıkıntıları yaşıyorsanız kendinize bahane aramayın bu sizin beceriksizliğinizdir." demişti.

Neyse çok daha fazla insanları kızdırmadan yazımı sonlandırayım,

kalın sağlıcakla...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yahya ÖGER Arşivi
SON YAZILAR