Akıllı Teknolojik Cihazlarla Birlikteliğimiz? (II)
Müslüm Üzülmez
(Geçen haftadan devam...)
Dijital cihazlar kullanıcılara zaman ve mesafe ötesi ilişkiler kurmaya ve bu ilişkileri çoğu kez sürdürmeye imkân sağlıyor, ama aynı zamanda mikro ölçekte bireyin, makro ölçekte toplumun attığı her adım dijital cihazlar marifetiyle anbean ilgililerce kayıt altına alınıyor, izleniyor. Y. NoahHarari’nin deyişiyle “Her birimiz her yeri kaplayan sayısız örümcek ağına yakalanmış vaziyetteyiz.” ABD ve Türkiye’den vereceğim iki örnek gelinen aşamanın nasıl bir vaziyet aldığını çok iyi göstermektedir:
1) Pentagon (ABD), New York’taki TWOSENSE.AI şirketiyle tasarladıkları yeni yapay zekâ algoritması, çalışanlarının kullandıkları geçiş kartı uygulamasının yerini alacak ve bu sistem sayesinde çalışanların kimliklerini, ses tonlarını ve nasıl hareket ettiklerini; nasıl yürüdüğü, işe nasıl gelip gittiği ve iş yerindeki serbest zamanlarını nasıl geçirdiği gibi davranışlarını sürekli olarak gözlemleyebilecek (11.02.2019-Haber Ajansları).
2) İçişleri Bakanlığı, 1 Kasım 2002 tarihinde uygulamaya koyduğu “tüm Ahval-i Şahsiye bilgilerini elektronik ortama aktaran ve Ahval-i Şahsiye bilgilerinde meydana gelen her tür değişikliğin ülkenin her tarafına dağılmış 970 merkezden anlık güncellenmesini ve bir ağ üzerinden güvenle paylaşımını sağlayan” MERNİS Projesi, yani TC Kimlik Numarası sisteminin getirilmesi ile birlikte vatandaşlarınıniç organlarına kadar haritasına sahip oldu. Belki zaten sahipti ama geliştirdi ve kendisi için bilgiye ulaşımı kolaylaştırdı. Mesela eczacılık sektöründe uygulanmaya başlanan Karekod/ İlaç Takip Sistemi’nin (İTS), -ki dünyada ilk olarak Türkiye’de uygulanmakta olduğu söylenmektedir- hastalara veya eczacılara ne kadar fayda getirdiği tartışılabilirancak Sağlık Bakanlığı bugün bir tuşa bastığında hangi eczanede hangi ilaçlar var, eczanenin ne kadar stoğu var, kime hangi dakika hangi ilaçtan ne kadar satıyor, hangi doktorun reçetesi hangi eczaneye gidiyor, doktor hangi hastaya hangi ilacı yazıyor veya hangi ilaçtan bir ayda kaç kutu yazılmış gibi bilgilere anında ulaşabiliyor. Keza bankacılık sektörünün de benzer bir sisteme geçmesiyle, yine bankacılıkla ilgili tüm veriler bir merkezden izlenebilmektedir.Yani her gün o kadar çok bilgi ve o kadar çok veri giriliyor ki dijital sisteme, insanlar bu verilerin kim tarafından ve ne için kullanılacağını düşünmeden edemiyor.“Güvenliğimizin” tehdit altında olduğu gerekçesiyle bu verilerin toplanması “özgürlüğümüzü” tehdit etmiyor mu peki? Güvenlik ile özgürlük arasındaki bu denge doğru kurulabilecek mi? Tüm bu veriler devletinin ve sermayenin, yani güçlünün elini daha çok güçlendirmekten başka ne işe yarıyor?Örneğin şu soruya elle tutulabilir bir cevap verebilsek, belki de bu konuda daha iyimser olabilirdik: Madem bu kadar veritoplanıyor, o zaman neden bütün sağlık bilgilerimiz bir kart üzerine kodlanarak; yeni bir ilaca başladığımızda hâlihazırda kullanmış olduğumuz ilaçlarla etkileşimi konusunda bizi uyarmıyor veya hastalandığımızda, tahlil yaptırdığımızda ya da çekap yaptırdığımızda her seferinde güncellenip bu veriler koordineli bir biçimde kullanılarak tedavi sürecinin düzenlenmesinde kullanılmıyor veya bir kaza geçirdiğimizde, acil bir durumda tedavinin sağlıklı bir şekilde yapılması için kullanılmıyor?
Teknolojik devrimi ve onun çok yönlü etkisini, kapsamını ve hızını esastan bir düşünsek iyi olur. Dünya sermayesine yön veren KlausSchwab bile; “Bu kadarbüyük vaatler ve potansiyel tehlikeler içeren bir başka dönem yaşanmadığını” (s.10) söylüyor. Ve her şeyin belirleyicisi ve tek danışma merci dijital cihazlar, yapay zekâ olacaksa eğer; “Çeşitliliğimizin ve demokrasinin kaynağı olan bireyselliğimizi dijital çağda nasıl koruyacağız?” (s.112) diye kaygısıyla birlikte sorma ihtiyacını hissediyor.
Bu sorunun yanıtı şimdilik yok, ama Leylâ Erbil’in dediği şey gerçekleşiyor gibi; “Hız, insanla bilginin, insanla insanın arasını açıyor.” Bizim benimseyip benimsememize, onayımıza bakmadan teknoloji ilerliyor. Ayrıca bu teknolojik ilerlemenin çok önemli başka bir yanı daha var. İnsanın insanla konuşmasının yerini makinelerin alması, insanların dijital cihazları tıbbi operasyonlar sonucu bedenlerinde taşımaya başlaması, insan embriyosunun DNA’sının değiştirilmesi, insanların daha iyi olması için belli özelliklere sahip ve özgül hastalıklara dirençli tasarım bebeklerin olasılığı, insanların dijital cihazlarla sevdiği insanlardan daha çok vakit geçirmesi, insanları dijital cihazları ceplerinde, ellerinde, koltukaltlarında, yataklarının başucunda taşıması, rüyalarında cihazları görmesi, insanların sevişmelerinde bile robotları tercih eder duruma gelme isteminin zuhur etmesi bir anlamda “Tanrım beni baştan yarat” yakarışının farklı bir boyutta yavaş yavaş gerçekleşmesi olarak düşünebiliriz!
Söylemek istediğim, Araf’tayız. Aynen KlausSchwab’ın dedi gibi; “sonuçlara baktığımızda, meçhul bir bölgede, daha önce yaşadıklarımıza hiç benzemeyen bir insan dönüşümünün şafağında” (s.111) bulunuyoruz. Kaçarı yok, sonucu ne olur bilemiyorum ama dijital teknolojik cihazlarla birlikteliğimiz dünden çok daha fazla olacak!