Hegel Niçin Dil Konusunda Leibniz’i Eleştirir?
“Dil doğrulursa düşünce de doğrulur.” –Oya Baydar
Çok sevdiğim bir tanıdığım vardı. Kürt olmasına karşın ailece evde, çarşıda, pazarda Türkçe konuşurlardı. Tanıdığım çok, çok az Kürtçe biliyordu. Zamanla (12 Eylül öncesi) devrimci, sol düşünceye yöneldi ve illegal Kürt örgütlerinden birinde mücadele etmeye başladı. Sonra tutuklandı. Çok kısa bir dönem Ankara Mamak Cezaevi’nde kaldı ve ardından Diyarbakır 5 Nolu Askeri Cezaevi’ne gönderildi. Hatırladığım kadarıyla 5 Nolu’da dört yıl tutuldu. Ve burada her türlü baskı ve işkencelere maruz kaldı. Cezaevinden çıktıktan sonra İsveç’e gitti. İsveç vatandaşı oldu. Geçimini sürdürmek için çalışmaya başladı. Evlendi, çocukları oldu.
12 Eylül’le birlikte genel olarak Türkiye’de, özel olarak da 5 Nolu’da uygulanan söylem ve uygulamalar nedeniyle tanıdığım Türkçeye karşı negatif bir tutum aldı. Uzun bir süre bunun sıkıntısını yaşadı. Sonra Türkçeyle barışarak Kürtlere ait web sitelerinde duygu ve düşüncelerini dile getiren Türkçe makaleler yazmaya başladı ve ardından da kitaplar…
Çocukları ise Kürtçe, İsveççe ve diğer Avrupa dillerini öğrenir ve konuşurlar. Ama Türkçe bu dillerin içinde yoktur. Türkçe ile bir ilişkileri olmadığından doğal olarak Türkçe bilmezler.
Gün tamam olunca, yakın zamanda bu tanıdığım ömrünü tamamlayıp sonsuz yolculuğa çıktı. Oğlu, acısı biraz dindikten sonra babasının yazdıklarını merak edip çoğu geceler babasının bilgisayarının başına geçip babasının kitap ve yazılarını okumaya, neler yazmış anlamaya çalışır. İşte burada zalim gerçekle yüz yüze gelir, yazılanlar Türkçe; kendisi ise Türkçe bilmiyor.
Oğlu yılmaz ama, babasının neler yazdığını bilmek için kalkar only sistem üzerinden Türkçe ders almaya başlar.
Yaşanan bu ve buna benzer dramların nedeni Kürtlerin bölünmüş, devleti olmayan bir ulus oluşundandır. Kürtler bulundukları coğrafyalarda ezilen ulus konumunda oldukları için dilleri de baskı altındadır; örselenmiş ve ötelenmiştir. Bazı yerlerde Kürtçe konuşmak, bazı yerlerde Kürtçe yazmak bile yasaklanmıştır. Varlığını ancak sözlü anlatımlarla sürdürebilmiştir. Oysa her ulus kendi diliyle birlikte gelişip ilerler… Ayrıca bölünmenin getirmiş olduğu olumsuzluğun bir neticesi olarak Kürtler bugün çok farklı alfabeleri kullanmak zorunda kalmıştır: Latin, Arap, Kiril gibi… Velhasıl, Kürtlerin dil konusunda çok çetin sorunları var.
Ben, Dil konusunda uzman biri değilim, zaten bu konuda çok şey yazılıp çiziliyor. Beni bu yazıyı yazmaya iten ünlü Alman filozofu G.W.F. Hegel oldu.
Hegel’in Felsefe Tarihi/Platon’dan Ortaçağ Felsefesine adlı kitabını okurken, yine kendisi gibi ünlü ve Alman olan filozof G. W. Leibniz ile ilgili yazdığı bölümde bir yerde dil konusunda çok önemli bir şey söylediğini fark ettim.
Leibniz; “Dil, zihnin aynasıdır” der. Daha önceleri bir yazımda yazdığım gibi, dil, “zihnin aynası”ndan çok daha fazlasıdır, bir ulusun varoluşunun bizatihi kendisidir. Bir ulusu ulus yapan etmenlerin en başında gelendir. Doğrudan bireyin ulusal kimliğiyle alakalıdır.
Leibniz Almandır. Anadili de Almancadır. Ama kendisi eserlerini genellikle Latince ve o zamanlar yayın kullanılan dili olan Fransızca yazar.
Hegel işte bu nedenle hem önemli bir uyarıda bulunur ve hem de Leibniz’i eleştirir:
“Leibniz çoğunlukla Latince veya Fransızca yazmıştı. Bu önemli bir meseledir, çünkü daha önce belirttiğimiz gibi, bir bilimin bir ulusa ait olduğunu söylemek ancak ulus ona kendi dilinde sahipse mümkündür ve bu özelliklede Felsefede şarttır. Zira düşünce tam da bu özbilince ait olma ya da mutlak bir şekilde kendi kendine ait olma uğrağını kendisinde taşır.”
Hegel, yukarıdaki alıntıda “daha önce belirttiğimiz” dediği yerlerde ise şunları yazar: “Alman Hıristiyanlar için imanlarının dayandığı kitabın kendi anadillerine çevrilmiş olması, ortaya çıkabilecek en büyük devrimlerden biridir.” “Büyük ilke budur-tüm dışsallık Tanrı’yla mutlak ilişki noktasında ortadan kaybolur; bu dışsallıkla birlikte bu kendine yabancılaşma, tüm kölelik de ortadan kaybolmuştur. Yabancı dillerde dua etmeye ya da bilimleri yabancı dillerde incelemeye katlanmaya son vermemiz de bununla ilgilidir.”
Hegel işte böyle buyurur.
Bence haklı…
Tam da, Hegel haklı! derken yıllar önce, Türkçeyi çok iyi konuşan ve yazabilen, Kürtçeye aşık, kadim dostum Salih Şimşek ile “dil, edebiyat ve sanat” üzerine yaptığımız bir sohbeti anımsadım.
Anımsayabildiğim kadarıyla Salih Şimşek “Eli kalem tutan yüzlerce Kürdün, yüz yılı aşkın bir süredir Türk diline, edebiyatına ve sanatına muhteşem katkılar yaptıklarını, örneğin; Yaşar Kemal’in Türk Romanına, Ahmet Arif’in ve Cemal Süreyya’nın Türk Şiirine müthiş renkler sunduklarını… Başka sanat alanlarında da yüzlerce Kürdün benzer yol izlediğini, bugün de bu izin sürdürüldüğünü, bunun çok kötü bir şey olmadığını, ancak; kendi anadillerinde yazmadıkları, belki de Kürtçenin yasaklı olmasından hareketle yazamadıkları için üzüntü yaşadığını” ifade etmişti…
Devamında da: “Çünkü bu muhteşem sanat ve edebiyat insanlarına; salt Türkçe yazdıkları için, dün de, bugün de, yarın da onlara kimse Kürt sanat ve edebiyat insanları demiyor, demeyecek! İşte üzüntümün ana nedeni bu!” Demişti…
Tam da Dünya Anadil Günü’nün kutlanacağı bu 21 Şubat gününde, burada bana düşen, sen de haklısın dostum demekti…
Ana dilde Kürtçe eğitimin yasaklandığı bir yerde Kürtçe konuşanların Türkçe yazmaları konusu bu bağlamda yeniden sorgulanmalı, gelecekte yazılanların kimlerin hanesine yazılacağı iyice düşünülmelidir. Saygılar…