Ukrayna-Rusya savaşından çıkardığım bir sonuç
“Siyasetin sınavı, bir olayın nasıl başladığı değil, nasıl bittiğidir.” -Henry Kissinger
“Berlin Duvarı” yıkılıp “Soğuk Savaş” sonlanınca, ABD ve onun temsil ettiği liberal kapitalist sistem ve düşünce dünyaya egemen oldu. Bu egemenlikle aynı dönemde teknolojinin çok yönlü ve hızlı gelişmesi, enformasyonun yaygınlaşması, zamanın ve mesafenin ortadan kalkması sonucu küreselleşmenin önü olabildiğince açıldı.
“Küreselleşmenin ardındaki yön verici düşünce, serbest piyasa kapitalizmidir –idareyi piyasa kuvvetlerine bıraktığınız, ekonominizi serbest ticarete ve rekabete açtığınız ölçüde, ekonominiz serpilecek ve etkin bir yapıya kavuşacaktır. Küreselleşme serbest piyasa kapitalizminin hemen her ülkeye yayılması demektir. Küreselleşmenin de kendine özgü ekonomik kuralları vardır –dışa açılma, devlet denetimini azaltma ve özelleştirme unsurları etrafında dönen kurallar” gibi. (Thomas Friedman, Küreselleşmenin Geleceği, Çev: Elif Özsayar, Boyner Holding Yayınları, Ocak 2000, s.31)
Küreselleşmenin hızlı gelişmiyle küçülen küresel dünyamızın valisi/şerifi doğal olarak ABD başkanı oldu. Ve “Her şey Amerika için” şiarıyla dünya yeniden dizayn edilmeye başlandı. “Küreselleşme sisteminde ABD artık tek ve başat konumunda; diğer devletlerin tümü şu ya da bu ölçüde ona bağlı”dır. (Thomas Friedman, s.35)
Bu gelişim sürecinde Amerikalılar niyetlerini hiç gizlemedi, çok açık ve net bir şekilde ve de övünerek istediklerini tek tek gerçekleştirdiler. Kanıtı: “Biz Amerikalılar Hızlı Dünya’nın havarileri, geleneğin düşmanları, serbest piyasanın peygamberleri ve ileri teknolojinin duayenleriyiz. Hem değerlerimizin hem Pizza Hut’larımızın ‘yayılmasını’ isteriz. Dünyanın bizim yolumuzdan yürümesini ve demokratikleşmesini, kapitalistleşmesini isteriz, her köşede bir web sitesi, her dudakta bir Pepsi, her bilgisayarda Microsoft Windows olsun…” isteriz, dediler. (Thomas Friedman, s.386)
Tarihçi Ronald Steel ise aynı şeyi farklı bir şekilde ama daha kapsayıcı ifade ediyor: “Asıl devrimci güç hiçbir zaman Sovyetler Birliği değil, hep Amerika Birleşik devletleri oldu. Biz kendi kurumlarımızın dışımızdaki herkesi tarihin çöplüğüne atması gerektiğine inanıyoruz. Ortaya çıkan bütün diğer üretim ve dağıtım biçimlerini yeryüzünden silmiş bir ekonomik sistem yürütüyoruz –arkasında büyük zenginlikler, bazen de büyük yıkımlar bırakarak. Hollywood ve McDonald’s aracılığıyla yaydığımız kültürel mesajlar dünyanın her yanına ulaşarak başka toplumları ele geçiriyor ve aynı zamanda zayıflatıyor. Daha geleneksel fatihlerin tersine, biz başkalarına boyun eğdirmekle yetinmiyoruz: İlle de bizim gibi olsunlar istiyoruz.” (Aktaran: Thomas Friedman, s.385)
Kısacası bütün kuş türlerinin papağana dönüştürülmesi isteniyor. Papağan olmak istemeyenler, küreselleşmenin önünde engel oluşturan veya engelmiş gibi görünen devletler, kurum ve kuruluşlar kara listeye alınıyor, zamanı geldiğinde de her yönden kuşatılarak etkisiz bir hale getiriliyor ya da saha dışına atılması hedefleniyor. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in, Ukrayna ile ilgili Çinli mevkidaşı Vang Yi ile yaptığı bir telefon görüşmesinde; “Pekin’in adımlarını izliyoruz” uyarısı buna iyi bir örnektir. (6 Mart 2022)
Bunlar kolay olacak şeyler değil. “Böyle bir politikanın sürdürülmesi için, Amerika enternasyonalizmine değer verenlerin onu destekleyecek bir koalisyon oluşturmaları gerektiği çok açıktır. (….) Amerikan yönetimi, hangi parti iktidarda olursa olsun, Amerika enternasyonalizmini ayakta tutacak yeni bir 21. yüzyıl koalisyonu oluşturmak üzere dünyanın yeni küreselcilerini bir araya getirmeye başlamak zorundadır.” (Thomas Friedman, s.461)
Bu bağlamda Ukrayna-Rusya savaşını değerlendirdiğimde, savaşın Ukrayna-Rusya savaşı değil, ABD-Rusya savaşı olduğunu çok net söyleyebilirim. Ama ABD savaşmadan savaşıyor. Çinli efsanevi bilge Lao Tzu’nun çok güzel bir deyişi vardır: “Yapmadan yapmak.” Bu deyişi “savaşmadan savaşmak” olarak okuyabiliriz. ABD bu “savaşmadan savaşmak” politikasını ustaca uyguluyor. Savaşa asker göndermiyor, sıcak bir silahlı çatışmaya girmiyor. Bunun nedeni; politik, askeri ve ekonomik olarak böylesi bir savaşın daha fazla çıkarına geliyor olmasıdır. Ayrıca Rusya’nın elinde bulunan çok gelişmiş nükleer silahları dikkate almak zorunda. Oysa Batılı müttefikleriyle birlikte siyasi, ekonomik, teknolojik abluka veya ambargoyla çok yönlü yaptırımlar ve bunlar sanki yetmezmiş gibi, borsa spekülatörleriyle, ileri uzay teknolojileriyle, gönderilen silah ve paralı askerlerle, geniş bir enformasyon ağı sayesinde yaptığı propaganda ile Rusya’yı zayıflatmak ve dünya politikasından izole etmek çok daha kolay ve üstelik maliyeti daha az. Burada asıl mesele, zorla ya da güzellikle, askeri ya da ekonomik, her zaman mevcut olan ama görünmeyen “Amerikan Enternasyonalizmi”ne geniş katılımı sağlamak ve bunu dünya genelinde iyice tahkim kılmaktır.
Dahası var: ABD bu savaş sayesinde Avrupa ülkelerini Rusya’dan uzaklaştırıp kendisine daha çok itaat eder duruma getirdi ve zayıflayan NATO’yu da istediği doğrultuda daha da güçlendirdi. Avrupa’yı “güvenlik” gerekçesiyle silah deposuna dönüştürdü. ABD savunma ve silah sanayisinin iştahını kabartacak şekilde bütün devletler silahlanmaya büyük bütçeler ayırmaya başladı. Ve yine Amerikan dış politikasının ana hedeflerinden birinin Rusya ve Avrupa Birliği arasındaki ekonomik ilişkinin en aza indirilmesi diplomatik çevrelerce söylenmekteydi, bu hedefinde de başarılı oldu diyebilirim.
Eskiden Katolik inancına ters bir tutum içinde olanları ya da böyle olduğu düşünenleri Engizisyon Mahkemesi aforozla cezalandırırdı. Günümüzde bu işi ABD/Batı yapmaktadır. ABD ve Batı karşıtı olan ya da küreselleşmeye engel çıkartan devletler, ABD’nin düğmeye basmasıyla NATO, AB, Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü ve dünya çapında faaliyet gösteren sayısız çokuluslu şirket ve kuruluşlarca kuşatılıp etkisiz hale getirilmeye çalışılıyor. Küreselleşme savunucularından Thomas Friedman; “Amerika dünya tarihinin son iyicil egemeni ve gönülsüz kolluk gücü” olduğu şeklindeki propaganda kokan ama bir o kadar da gerçeği dile getiren sözleri boşuna söylemiyor herhalde. (s.462)
Ben, Ukrayna-Rusya savaşına yukarıda anlattığım anlatı ve olguların ışığında bakıyorum. ABD, Ukrayna-Rusya savaşını bahane ederek, Rusya’yı siyasetten saha dışına atmak için çok önemli bir fırsat yakaladı. Bu fırsatı çok şimdiye kadar çok iyi kullandı, bundan sonra da çok iyi kullanmaya devam edecektir. Benim okumam böyle. Bu savaşta kimin haklı kimin haksız olduğuna, küreselleşmenin iyi mi kötü mü olduğuna girmiyorum. Savaşın öncesi ve sonrasındaki gelişmeleri, sahadaki diplomatik manevraları, savaş sırasında yaşananları ve olguları değerlendirerek bu savaştan kendimce çıkardığım bir sonucu paylaşmak istiyorum: Küresel dünya ile, daha doğrusu “Amerikan Enternasyonalizmi” ile uyum içinde olmayanların kazanma veya başarma şansları hiç yok ya da çok zor. Bu nedenle, devletleri yönetenler ya da yönetmeye aday olanlar, siyasi partilerde çalışma yapanlar, düşünce bazında politika üretenler, ekonomik ve ticari işlerle uğraşan girişimciler bu mevcut duruma göre adımlarını atmalı, plan ve programlarını ona göre yapmalıdırlar, diyorum.