ÜÇLEMELER 1-2
BÖLÜM 1
1
Üçlemeler…
Hezarfan Çelebi-Galile-Mimar Sinan…
Üç bilim insanı; kendi alanlarında ulaşılmaz özel insanlar!
Hezerfan Çelebi…
Hezarfan Çelebi; yıllarca kuşların kanatlarını-uçuşlarını inceler…
Okmeydanı minberi üzerinden 8-9 kez kendi geliştirdiği kartal kanatlarını andıran bir cisimle kısa mesafelerde deneme uçuşları yapmıştır. Lodoslu bir havada Galata Kulesinden 3358 metre süzülerek Üsküdar-Doğancılar Meydanına iner, yani bir kıtadan başka bir kıtaya…
Murat Han Hezarfan Çelebi’yi bir kese altınla ödüllendirir, din şurası toplanıp Murat Han’ın huzura çıkarlar; Hezarfan Çelebi’nin Allah’a şirk koştuğunu ve bu ademoğlunun çok tehlikeli olduğunu söylerler! Murat Han Hezarfan’ı huzura çağırtır, verdiği bir kese altını geri alır ve zindana yollar, sonradan da Cezayir’e sürgüne yollar ve o ülkede vefat eder… Hezarfan sonunun böyle olacağını bilseydi maviye sevdalanır mıydı?
Kimbilir!
Galile…
Galile; İtalyan bilim insanı, Matematik-Fizik-Astromi astronomi dalında gezegenler, yer yuvarlağını incelemiş sonunda dünyanın yuvarlak olduğunu ve döndüğünü bilimsel bir şekilde bu tezi sunmuştur. O dönemde dünyanın düz bir tepsi olarak savunan kilise, krallık ve sözde bilim adamlarının tezlerini çürütmüştür. Kilise Galile’ye itibar saldırılarında bulunup enginizyasyon mahkemelerinde yargılarlar, giyotin cezası verirler. Papazlar Galile’nin kafası giyotindeyken son kez konuşurlar: “Dünyanın düz olduğunu söylersen giyotin cezasının kaldırılıp serbest kalacaksın!” Galile’nin cevabı şu olmuştur:
“Ama dünya hala dönüyor!”
Ve kafasını giyotine verir…
Dünya yuvarlaktır ve dönüyor, davul da yuvarlaktır, dönmez ama sesi uzaktan güzel gelir, bunu duyan eşek, Bremen Mızıkacı grubundan ayrılır!
Bizde ki ahmaklar, hala ay tutulmasında teneke çalıyorlar, eşeğin beynine sığamayıp, balığın hafızasını kendi beyinlerine sığdırırlar, vesselam!
Mimar Sinan…
Mimar Sinan; Kayseri’nin bugünkü adı Ağırnas köyünde doğar. Ağırnas ve o yöre Rum, Ermeni, Hırıstiyan’ların çoğunlukla yaşadıkları bir bölgedir. Mimar Sinan; Yavuz Sultan Selim döneminde yeniçeri ocağına katılır! Bilindiği üzere yeniçeri ocağı devşirme yuvasıdır; gayrımüslimlerden oluşan bir ocaktır! Mimar Sinan denince akla Osmanlı gelir, Osmanlı denince de Mimar Sinan gelir! Mimar Sinan; 49 yıllık mimarlık hayatında 375 esere imza atmıştır, camiler, hanlar, kervansaraylar, köprüler, çeşmeler kazandırmıştır…
Mimar Sinan’ın Ermeni olduğu söylentisi yayılınca, 1935 yılında Atatürk imzalı resmi bir kararla İstanbul’daki mezarı açılır, mezardan kafatası alınıp Ankara’ya getirilir…
Türk Tarihi Tetkik Kurumu bir heyet oluşturur, Hasan Cemal Çamlıbel, Atatürkün manevi kızı Afet İnan’ında bulunduğu heyet, kafatasını incelerler. Her ne kadar kafatasından Türk olduğu anlaşılmıştır dense de kimseleri ikna edemediler.
Ve mezarından çıkartılan kafatası müzeye konulacak diye beyanat verilir ama nafile; kafatası sırra kadem basmıştır!
49 yıl hizmet eden ve 375 eser kazandıran Mimar Sinan’ı mezarında bile rahat bırakmadılar, zihniyet ırka dayalı olunca kaçınılmaz son bu olur!
Bedeni İstanbul’da, kafatası Ankara’da kafatasçıların çöplüğünde, Shopen üzüldü, şeytan şaşakaldı!
Kim çaldı lan Mimar Sinan’ın kafatasını!
2
Üçlemeler…
Musa Anter-Namık Tarancı-Tahir Elçi…
Musa Anter…
Şair-yazar-toplumcu düşün insanı; kanayan, kanatılan toplumsal olayları irdeleyip, afişe etti yaşamı boyunca…
“Dilin yasak,
Kimliğin illegal
Bakışların kaçak,
Zorla dayatılan,
Bir kimlik taşırsın cebinde!”
Musa Anter Kürt filozofu; yaşamı fırtınalı, mücadeleyle geçti, mahkeme kapılarını aşındırdı, kendisine isnat suçlar komedi flimlerine konu olacak cinsten, trajikomik!
1943 yılında, istanbulda Kürtçe ıslık çaldın diye karakola alınır Musa Anter, sorar: ”Suçum ne, beni neden aldınız?”
“Ulan hainoğlu hain, kusurunu bilmiyor musun?”
Dayak-tekme-tokat girişirler, komiser sorar:
“Radyonuz-pıkapınız yok mu?”
Musa Anter cevaplar:
“Var!”
“O zaman ne diye Kürtçe ıslık çalıyorsun?”
Merakımdan soruyorum bende, acaba Kürtçe bakmak diye bir suç da var mı?
“Ağıtlar yankılanırdı dağlara doğru
Kapılar kırılır, talan edilirdi sevdalar,
Umutlar ve insan olan ne varsa…
Ve kan akardı derelerimizden
Zilan, Munzur, 33 kurşun, Nevala Qasaba
Ve ülkenin tüm bütün derelerinde,
Ey Xude edi bese lo!”
Musa Anter; 72 yaşındayken öldürüldü, 72 yaşındaki birinden korkanlar, ötenazi isteyen bir hastayı da öldürürler, sırf eceliyle ölmesin diye!
Burası Mezopotamya; düşün insanlarına eceliyle ölüm olmaz, mevzu-bahis Kürtlerse, Cumartesi Annelerinin çoğalmasıdır!
Her cinayetin bir mesajı vardır; biz istersek yaşarsınız, istemezsek ölürsünüz?
“Eğer benim varlığımdan rahatsız oluyorsanız; demek ki benim arsamın üzerine ev yapmışsınız!”
Namık Tarancı…
Gazeteci, yazar, şair, evrensel düşün insanı…
Namık Tarancı; namı diğer Kaptan!
Gemisi alabora oldu; bir miktar tökezledi ama, tekrar dümene geçti!
“Kurdoğlunda kanım var,
Ölümü çok sevmişem!”
Kurdoğlu’nda kaldı bıyığı, bıyıklarının arasında sosyalizmi cımbızla aradılar-aradılar, aradılar bulamadılar, ceninler irkildi, Ahmed Arif’in bıyığı buz tuttu, zemheri de uzadıkça uzadı!
“On dört nehir
On dört kanlı nehir,
Altı Karadeniz’e
Emri verenler, katliamı yapanlar Oturdular; Mebusu-mebusunda Duyan kalemler şiir oldu damda
Sürgün gittiler el altından okuyanlar,
Zorunlu iskân, orman kanunu Darağacı kurdu ilhak yurduna Osmanoğlu
Özgürlük adına hapsolan, özgürlükler
Susar mı Deniz; sel olur, çağlar akar
Şehirlere, kırlara?
Üç tohum düşer toprağa
Susar mı Mahir eller, sığar mı damlara?
Kırar kalemi, kalem kıranlara
Ağıt olur dereler, kan kusar Kızıldere
Susar mı suda yansıyan Kaypakkaya’lar,
Su yosun bağlar serinde
Ser verir, sır vermeyende
Şahlanır dik şehrinde, yasak ülkenin zindanlarında, Tutsak mazlumlar şimşekler üretir,
Baharında dört canlar, dağlar-dağlar, dereler ağlar Mayıslar ağlar gözyaşları sel olur
Seller döner denizlere…
Namık Tarancı”
Ensesine bir çift kahpe göz, bir de kurşun düştü, cim karnında mim dinamit fıçısı patladı-patlayacak, fünye çekildi bomba patladı, menşe-i belli, patenti de! Yandı SEKA kırıldı kalem, mürekkebi emdi kalamar, kalamarı yuttu köpekbalığı, balık köpekten muzdarip, köpek, balıktan hoşnut, öylecene erketede!
Tahir Elçi…
Zaman barıştan muaf, şahanların kol gezdiği, gez-göz-arpacığın menzilinde mazlum yaratısındalar; beyaz ve mavi taklacılar, takla attıkça şahanların hedefi oldular bir-bir, analar dizlerini dövdüler, sinelerini
Way lavoooo!
Geçmiş zaman mazluma kol-kanat gerer Elçi; ses olur, çığlık olur yetmez sesin ve çığlığın kendisi olur, savunmaları olur!
Dünya döner söz döner, Galile boynunu giyotine verir, zabitler kan ister!
Mikseri, mutfak robotu, jurnalcisi Tv soytarısı, liboş;
Senaryosu önceden yazılmış perdesi-sahnesi yok, figüranı bol menşesi-patenti belli, tek perdelik oyun:
Yavşaklar Çetesi!
Şimdi ki zaman, kahpe zaman jurnallı!
Minareye ‘Çar’lık, Çan kulesi, bilmem kaç bin yılın ‘fılle’si, ayaklarının altında Elçi, Elçi’ye de zeval olmaz ki!
Ak güvercin pırpır etti, göğerdi, gagasında zeytin dalı şahanlar kaptı boğazladılar; Tahir’i vurdular-Tahir’i vurdular!
Oyyy kurşunlara gelesiz-yağlı kurşunlara, ölünüz kalka, dirinizi kovalaya, gözleriniz avuçlarıma düşe, kör olasız, kor ataşta yanasız, ciğerim kezzap oldu, ciğeriniz kezzap ola; malamıne! Beyaz bir güvercin gagasında zeytin dalı Elçi’nin omuzlarına kondu, şahanlar; tüm murdarlıklarıyla, beyaz güvercini yok ettiler.
Elçi minarenin ayakları oldu, minareyi sırtladı, minare Elçiyi taşıyamadı! Dünya gördü, kimseler iplemedi!
Elçi’ye de zeval oldu!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.