TECAVÜZ KÜLTÜRÜ ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ
Uygarlık tarihinin her aşamasında baskı ve sömürü farklı yöntem ve araçlarla sürdürülmüştür. Ancak günümüz egemen sistemi kadar toplumun zihinsel ve kültürel varlığını ortadan kaldırmayı amaçlayan bir başka sistem yoktur. Toplumun maddi ve manevi ne kadar değeri var ise ele geçirmeyi hedeflemiş olan egemen sistem yeri geldiğinde amacına ulaşmak için toplumun ahlaki değerlerini de hiçe saymaktadır. Kendi sistemini yaşamın her alanına hakim kılmak için toplumu bir şiddet sarmalına tutmaktadır egemenler. İşte Türkiye özgülünde son zamanlarda sıkça görülen tecavüz vakalarını da bu kapsamda değerlendirmek gerekiyor. Savaş, devlet, ordu ve iktidar çerçevesinde değerlendirildiğinde gerçek anlamına kavuşabilecek bu konuyu değerlendirmek gerçekten zor. Hatta bu konu ile ilgili kimi kavramlardan söz ederken ürperdiğimi de vurgulamak isterim. Bu konuya dair çok derinlikli değerlendirmeler günümüze kadar yapılmış olsa da bende birkaç söz ile konuya dair düşüncelerimi sizinle paylaşmayı bir zorunluluk olarak görüyorum.
Savaşlar ilkçağlardan günümüze kadar farklı anlamlar yüklenerek süregelmiştir. Ancak savaşın en belirgin özelliği şiddet içeren boyutudur. Savaşın bu yönü toplumun bütün kesimlerini önemli oranda etkilerken, toplumsal çürümeye de yol açan önemli bir faktör olarak kendisini hiss ettirdiği görülmektedir. Son dönemlerde coğrafyamızda da yaşanan gerçekliği bu çerçeve de ele almak çok yanlış olmasa kanımca. Toplum uzun bir süredir bir şiddet sarmalına tutuldu. Bölgede yaşanan savaş ile deyim yerindeyse insanlar inim inim inlemekte. Buna rağmen bu şiddet sarmalına karşı kendisini öz kimliğiyle ifade etmeye çalışan bir halk gerçeklğinden de söz edilebilir. İfadesini AKP-MHP bloğunun şiddet yönelimlerine karşı direnişte bulan bu gerçekliğe karşı son zamanlarda sistematik bir yönelim söz konusu. Her gün bir kadın ölümü, her gün yeni bir tecavüz vakası ile karşı karşıya kalıyoruz ya da kalıyor bölgedeki kadınlar. Kimimiz bunları münferid bir hadise, kimimiz sapkınlık olarak değerlendirip, nedenlerini ayrıntılı düşünmeden anlık bir öfke ya da beddua ile geçiştiririz, kimimiz ise bireysel bazı arayışlarla bu sorunların çözülebileceğini düşünürüz. Gerçekten öyle midir? Mevcut durumu doğru ele alıp değerlendirmeden sağlıklı çözümler bulabilir miyiz bu konuya ilişkin? Ya da şu ana kadar neden bu soruna çözüm bulunamadı mevcut bilinen yöntemlerle. Bu konuya dair buna benzer birçok soru daha sorulabilir aslında. Çünkü kadın ölümleri sadece kadına uygulanan şiddet boyutuyla ele alınıp değerlendirildi de ondan. Oysa bu sorunu daha derinlikli ele alıp değerlendirdiğimizde sorunun hiçte kadına bireysel şiddet ile sınırlı bir sorun olmadığı çok net anlaşılır.
Savaşların en önemli sonuçlarından biri egemen ulus devletlerin her alana ilişkin hakimiyetini kurma girişimidir. Egemen sömürgeci ideoloji ve politikanın yaşamın her alanına hakim kılınması ve egemen ulus kültürünün hakimiyetinin sağlanması asıl amaçlanandır. Bu bazen karşımıza milliyetçi resmi ideolojinin dayatılması bazen hakim kültürün asimilasyon politikalarıyla yansıtılması şeklinde çıkar. İşte bu politikaların istenen sonucu vermediği nokta da toplumun konumu ve duruşu itibarıyla egemen kültüre en fazla karşı koyan kesimi olan kadınlar üzerinden aynı politikalar hayata geçirilmeye çalışılır. Mevcut koşullarda bölgemizde devlet kurumları eliyle yapılmak istenen aslında budur. Toplumun en aktif, en yurtsever kesimi olan kadınlara uygulanan şiddet ve bununla iç içe yaşanan tecavüz olaylarıyla kadının iradesi kırılırak teslim alınmak istenmektedir. Teslim alınan, iradesi kırılmış kadın eliyle toplumun bir bütün olarak teslim alınması amaçlanmaktadır bu uygulamalarla.
Kadına yönelim aslında temsil ettiği kimliğe bir yönelim şeklidir. Kadının özgürlüğüne, sisteme olan muhalifliğine yönelimdir. Kadına yönelim onu teslim almaya yönelik politikaların bir sonucudur. Bu yönelimler hiç bir şekilde münferit olaylar olarak düşünülmemelidir. Sömürgeciliğin coğrafyamızda iradi olarak hakim kılınma çabalarının bir ürünüdür bu yönelimler. Egemenlik ilişkileri dışında ele alınamaz. Kadın eliyle sömürgeci ilişkiler hakim kılınmaya çalışılmaktadır. Bunun bölgedeki devlet kurumlarında çalışan ya da devlet kurumlarını temsil eden bireyler eliyle hayata geçirilmesi ayrıca sorgulanması gereken bir durum. Çünkü hakim zihniyet yapısının sonuçlarıdır bu yönelimler. Mevcut zihniyet yapısı, varlığı inkar edilen bir toplum gerçekliği çerçevesinde şekillenmiş bir zihniyet yapısıdır. Bu politikanın sonuç alabilmesi de ancak bu toplumun en ilerici en muhalif kesimi olan kadının düşürülmesiyle mümkündür. Kadın toplumsallığın ve ulusal özün korunmasının adıdır. Bu özün korunmasına dönük arayışların son dönemde ciddi bir örgütlülüğe dönüştüğü düşünülürse kadına yönelimin nedenleri daha net anlaşılır. Kadın şahsında yok edilmek istenen işte bu toplumsal özdür. Teslim alınacak olan da sadece kadın değil bütün toplumun kendisidir.
Kuşkusuz ki kadın şahsında toplumu teslim alma politikaları yeni değil. Bunun tarihten süregelen bir ideolojik politik yönelim olduğunu vurgulayalım. Uygarlık tarihi boyunca egemenler kadını savaş ganimeti olarak gördüklerinden her türden yöneliminde olabileceği bir potansiyel suçlu olarak düşünmüşlerdir. Ataerkil toplumsal yapı ile bütünlüklü egemenlik ilişkileri bağlamında kadının konumu ele alınıp değerlendirildiğinde karşımıza tarihten süregelen ciddi bir yönelim çıkacaktır. Kadın savaşta canını kaybetmiş, açlık ile karşı karşıya kalmış, bunlar yetmezmiş gibi toplumsal dinamiklerin parçalanması ve toplumun düşürülmesi adına işkencelerden geçirilerek, tecavüz edilmiştir. Bugün benzer yönelimler içinde olan AKP-MHP ittifakının yönelimlerini de bu çerçevede değerlendirmek abartılı olmaz sanırım. Yıllardır bölgede yürütülen savaşın yarattığı en önemli sonuçlardan biri kadının maruz kaldığı uygulamalardır. Bu politikalar öyle bir yaygınlaştı ki yeni bir vakanın yaşandığı gün yok gibi. Metropollerde ayrı bir durum, bölgede ayrı bir durum ile karşı karşıyayız. Ancak mevcut iktidarın izlediği yol ve yöntemler göz önünde bulundurulduğunda bu politikaların sistematik bir şekilde kadının düşürülmesini, teslim alınmasını hedeflediğini görmemek safdillik olur. Amaçlanan kadın ve onun şahsında bütün toplumun susturularak teslim alınmasıdır. Buna hizmet eden bütün yol ve yöntemleri de mübah sayan mevcut iktidarın kadın söz konusu olunca pervasız yönelimlerinin nedenlerini doğru irdelemek gerekiyor. Kadın duruşu itibarıyle muhaliftir, direngendir. doğrudan ve haktan yanadır. Mevcut iktidarın toplumu teslim alma politikalarına karşı en fazla karşı koyan da kadın ve onun örgütlü kurumlarıdır. Bunun farkında olan egemenler daha fazla kadına yönelerek sonuç alabileceğini düşünmekte, toplumun değerlerini de hiçe sayarak kadını toplumdan ve çevreden izole ederek kendisini yaşatmaya çalışmaktadır. Türk-islam ideolojisi ve bunun hakim yaşam tarzında kadına zaten ev dışında yer yoktur. Kadının daha çocuk denebilecek yaşta evlendirilmesi çabası aynı zihniyetin yansımalarıdır. Bununla yapılmak istenen kadının politik mücadeleden elinin çektirilmesidir. Bunu başaramayan bu zihniyet mevcut uygulamaları görmezden gelerek; kadına yönelik toplumsal ve bireysel şiddetin tırmanarak paranoya halini almasına neden olmuştur. Mevcut durumun başka da izahı yoktur. Kadına yönelik şiddet ve tecavüz bir kültür halini almıştır bu iktidar döneminde. Çünkü şiddet dışında sığınabilecekleri başka da limanları kalmamıştır iktidardaki ittifakın. Şiddetin meşrulaştırılması aslında mevcut iktidarın ve onun uygulamalarının meşrulaştırılmasıdır. Son zamanlarda yapılmak istenen budur aslında. Son tecavüz ve öldürülme vakalarının sıradanlaştırılarak toplumun teslim alınmasına karşı duyarlı olunmalı. Toplumsallığın ve mücadelenin bütün bu sorunların gerçek panzehiri olduğu unutulmamalıdır.