Tahakküm değil tahammül gerekiyor
Belki de yeniden edebi ve sanatsal yazılarıma dönmeliyim.
Ama bu ülkenin politik atmosferi bilincimizi öylesine esir almış ki, yazmadan duramıyorsun, yazmazsan için sızlıyor.
Bunca yanlışa, bunca haksızlığa, bunca duyarsızlığa, bunca kabalığa göz mü yumacaksın?
Demokrasiyi seçimden seçime gidilen bir süreç ve bu seçimlerin sonucunda kazananın istediği her şeyi “Güç bende artık” diyerek sınırsız imtiyaz sahibi olmasıyla mı kabul edeceğiz.
Azınlığın çoğunluğa tahakkümü ne kadar yanlışsa, çoğunluğun da demokratik seçim adıyla azınlığa karşı tahakkümünü kurması o kadar yanlıştır.
Demokrasi bir tahakküm değil, tahammüller rejimidir.
Kendinizden olmayana, farklı olana, azınlık olana, güçsüz olana talebi yoksa bile hakkını teslim etmektir.
Aksi takdirde çocukluğumuzun çizgi film kahramanı Heman gibi kılıcınızı kaldırıp “Güç bende artıkkk” derseniz ve istediğiniz her şeyi yaparsanız, oy çoğunluğu nasıl olsa bende derseniz bunun adı demokrasi olmaz, bunun adı tahakküm olur.
1990’ların başından itibaren başlayan modern tekamül sürecinde ekonomi ve kültür alanının devlet ve diğer iktidar odaklarından bağımsızlaştığı ve bireylerin özgürleştiği düşüncesi öne çıkmaya başlamıştı.
İnsanlar üzerinde muktedir olmak siyasal alana özgü bir durumdur ve bu alan dışında devlet ya da iktidar, muktedir değildir.
Azıcık liberal demokrasi koksa da aslında birey-devlet ilişkilerinin sağlam temeller üzerine kurulduğu ve toplumsal azınlık ve grupların kendisini sanatsal ve toplumsal anlamda özgürce ifade edebildiği sistemlerde anlaşılır bir yaklaşım olarak kabul edilebilir.
Fakat gelinen noktada siyasal sistem ve iktidar hem bireyin hem toplumun her anını kontrol ve düzenleme, yönlendirme ve istediği politik hedefler doğrultusunda geliştirme istikametine girmiştir.
Asıl önemli olan bireyin ve toplumun önünü açmak, düşüncenin ve sanatın kulvarını genişletmek olmalıdır.
Her yere ve her işe koşturan bir yapı erken yorulur, yıpranır ve nitekim her ne kadar seçimlerden zaferle çıkılmış olsa da iktidar, henüz ağır hasardan kurtulamamıştır.
Ekonomik dar boğazdan başlayarak eğitim alanındaki açmazlara, istihdam sorunundaki korkunç boşluğa, kültürel alandaki dökülmüşlüğe, politik arenadaki çözümsüzlüklere seçimden zaferle çıkmak çözüm değildir.
Ülkenin acil çözülmesi gereken sorunları vardır.
Her şeyden önce toplumun üzerinde zaten var olan ve seçimlerle zirveye çıkan gerginliği azaltacak, toplumu rahatlatacak bir atmosfere ihtiyaç vardır.
Birbirine düşman gözüyle bakan iki mahalle oluşmuş durumda.
Bir mahalle zafer sarhoşluğuyla “Nasıl koyduk!” havasında, diğer mahalle yenilmişliğin, dışlanmışlığın, kendisini artık buraya ait hissetmemenin duygusunda.
Bu ülkenin toplumu portresine uymayan puzzle parçaları gibi birbirine hem yabancı hem düşman, hem uyumsuz.
Aidiyetler anlamında duygudaşlık çok azaldı.
Seçim sonrası bu ülkenin neredeyse yarısı artık yurtdışı hayali kuruyor.
Yeni bir anlayışa ve duygudaşlık ruhuna gereksinim var.
Bu, başarılabilirse o zaman gerçek demokrasi ve kalkınma gerçekleşir.
Gerisi sadece hikaye olur!