KÜBRA ÖZSAT

KÜBRA ÖZSAT

Siyasi Krizlerin Psikolojik Yansımaları

Siyasi Krizlerin Psikolojik Yansımaları

Türkiye’nin yakın siyasi tarihi, bireylerin ve toplumun psikolojisini derinden etkileyen olaylarla şekillenmiştir. Son olarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması ve ardından halkın sokaklara inmesi, yalnızca bir hukuki sürecin sonucu olarak değil, geniş çaplı bir toplumsal travmanın tetikleyicisi olarak da değerlendirilmelidir. Siyasal otoritenin aldığı kararlar ve bunların toplumda yarattığı yankılar, bireylerin adalet algısını, güven duygusunu, aidiyet hissini ve genel psikolojik sağlamlığını doğrudan etkilemektedir.

İnsan psikolojisi, öngörülebilirlik ve güven duygusu üzerine inşa edilmiştir. Hukukun ve demokrasinin işleyişine dair belirsizlik, bireylerde kontrol kaybı hissini tetikleyerek, anksiyete bozukluklarından depresyona kadar uzanan geniş bir yelpazede psikolojik rahatsızlıkları besleyebilir. Özellikle devlet mekanizmasının tarafsızlık ilkesine dair oluşan şüpheler, bireylerde sistemin bir parçası olma duygusunu zedeleyerek, öğrenilmiş çaresizlik geliştirmelerine yol açabilir. Bu psikolojik durum, bireylerin içinde bulunduğu şartları değiştiremeyeceklerine dair bir inanç geliştirmesiyle sonuçlanır ve uzun vadede toplumsal duyarsızlığa ve edilgenliğe yol açar.

Öte yandan, siyasi gerilimler ve hukuki süreçler sadece bireysel psikoloji ile sınırlı kalmaz; toplumun bütününe yayılan bir psikolojik atmosfer oluşturur. Kutuplaşma, bu atmosferin en belirgin çıktılarından biridir. Grup kimliği teorisine göre insanlar, kendilerini belirli bir siyasi ya da ideolojik gruba ait hissettiklerinde, bu grubun değerlerini ve doğrularını içselleştirirken, karşıt gruba yönelik öfke, düşmanlık ve hatta nefret geliştirme eğilimi gösterebilirler. Türkiye’de siyasi olaylar karşısında yaşanan keskin bölünmeler, bireyler arası empatiyi zayıflatırken, aile içi çatışmalardan toplumsal şiddete kadar uzanan bir dizi psikolojik ve sosyolojik etkiye sebep olmaktadır.

Adalet algısı, bireyin ruh sağlığı için en temel unsurlardan biridir. Bir toplumda hukukun eşit ve tarafsız biçimde işlemediğine dair genel bir kanaat oluştuğunda, bireylerde öfke, umutsuzluk ve güven kaybı gibi duygular yaygınlaşır. Güvensizlik duygusu, yalnızca devlete ya da siyasal mekanizmalara duyulan bir hisle sınırlı kalmaz; insanlar arası ilişkilerde de kaygı düzeyini artırır. Bu durum, bireylerin başkalarına olan güvenini azaltarak, sosyal izolasyon ve yabancılaşmayı tetikleyebilir. Sürekli stres altında yaşamak, bireylerin hem psikolojik hem de fizyolojik sağlığını olumsuz etkileyerek anksiyete bozuklukları, depresyon ve psikosomatik hastalıklar gibi rahatsızlıkların ortaya çıkmasına neden olabilir.

Öte yandan, toplumsal hareketlerin ruh sağlığı üzerindeki etkileri çift yönlüdür. Bir yandan, kolektif eylemler bireylerde aidiyet hissini güçlendirerek, psikolojik dayanıklılığı artırabilir. İnsanların bir araya gelerek ortak bir amaç doğrultusunda hareket etmesi, yalnız olmadıkları hissini pekiştirerek travmaya karşı bir tür koruyucu mekanizma işlevi görebilir. Diğer yandan, uzun süreli belirsizlik, şiddet içeren olayların yaşanması veya hukuki süreçlerin bireylerin beklediği şekilde sonuçlanmaması gibi durumlar, tükenmişlik sendromunu ve umutsuzluk hissini besleyerek, psikolojik çöküşü hızlandırabilir.

Bu noktada, siyasi ve toplumsal krizlerin yarattığı psikolojik yükü hafifletebilmek adına bireysel ve toplumsal düzeyde bazı önlemlerin alınması gerekmektedir. Öncelikle, bireylerin maruz kaldıkları bilgi akışını bilinçli şekilde yönetmeleri önemlidir. Sürekli olumsuz haber izlemek, kaygıyı besleyen en önemli faktörlerden biridir. Bilinçli medya kullanımı ve belirli aralıklarla dijital detoks yapmak, psikolojik dengenin korunmasına yardımcı olabilir.

Ayrıca, bireylerin sosyal destek sistemlerini güçlendirmesi ve psikolojik dayanıklılığı artırıcı faaliyetlere yönelmesi kritik bir öneme sahiptir. Kolektif eylemler, insanların yaşananları anlamlandırmasına yardımcı olabileceği gibi, ruhsal dayanıklılığı da artırabilir. Ancak, burada önemli olan, öfke ve hayal kırıklığının sağlıklı yollarla ifade edilmesini sağlayacak mekanizmaların geliştirilmesidir. Öfkenin şiddete dönüşmesi, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde travmanın derinleşmesine neden olacağından, psikososyal destek mekanizmalarının devreye sokulması gereklidir.Son olarak, siyasi belirsizlikler ve adalet mekanizmalarına dair endişeler kaçınılmaz olsa da, bireylerin bu süreçleri yönetebilmesi için psikolojik destek sistemlerinin güçlendirilmesi büyük önem taşımaktadır. Ruh sağlığı hizmetlerinin yaygınlaştırılması, kriz dönemlerinde bireylere psikolojik destek sunulması ve toplumsal travmaların uzun vadeli etkilerine yönelik önleyici politikaların hayata geçirilmesi, bu tür süreçlerin ruhsal tahribatını azaltmada önemli bir rol oynayacaktır.

Unutulmamalıdır ki, bir toplumun sürdürülebilir gücü ve istikrarı yalnızca ekonomik kalkınma veya siyasal otoritenin sürekliliği ile değil, adalet duygusunun korunması, hukukun üstünlüğüne olan inancın sarsılmaması, bireylerin ruh sağlığının desteklenmesi ve demokratik değerlerin toplumun tüm kesimlerince içselleştirilmesiyle mümkündür. Aksi takdirde, bireylerde derinleşen güvensizlik ve umutsuzluk duygusu, toplumsal yapının temelini oluşturan dayanışmayı zayıflatarak uzun vadede daha büyük sosyal ve siyasal krizlere zemin hazırlayacaktır.

Klinik Psikolog Kübra Özsat

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
KÜBRA ÖZSAT Arşivi
SON YAZILAR