Murat AKBAŞ

Murat AKBAŞ

Öcalan’ın Çağrısı Sonrası Yeni Bir Dönem

Öcalan’ın Çağrısı Sonrası Yeni Bir Dönem

Kendi kaderini tayin hakkı, uluslararası hukukta halkların kendi siyasi statülerini belirleme ve ekonomik-sosyal gelişimlerini serbestçe sürdürme ilkesidir. Bu ilke, özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında sömürge halklarının bağımsızlığını meşrulaştırmak için vurgulanmıştır. Günümüzde ise Kürt meselesi gibi vakalarda bu hakkın uygulanma biçimi tartışılmaktadır. Son dönemde Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla PKK’nin ateşkes ilan etmesi ve Suriye’de Kürt güçlerinin (SDG) Şam yönetimiyle entegrasyon konusunda anlaşmaya varması, kendi kaderini tayin ilkesinin içsel (özerklik ve haklar) ve dışsal (bağımsızlık) boyutları açısından yeniden değerlendirilmektedir. Bu yazı, söz konusu gelişmeleri hukuki, sosyolojik ve politik boyutlarıyla; tarihsel örnekler ve uluslararası hukuk çerçevesinde analiz etmektedir.

Uluslararası Hukukta Kendi Kaderini Tayin: İçsel ve Dışsal Boyutlar

Uluslararası hukuk, kendi kaderini tayin hakkını genellikle iki boyutta ele alır: dışsal kendi kaderini tayin, bir halkın mevcut devletten ayrılarak bağımsız bir devlet kurmasını ifade ederken; içsel kendi kaderini tayin, halkın mevcut devlet sınırları içinde kalarak kendi yönetimini etkili biçimde belirleme, kültürel kimliğini koruma ve özerklik elde etme imkânlarını kapsar. Klasik olarak dışsal boyut, sömürge yönetiminden kurtulma durumlarında tanınmış ve “halkların devlet kurma hakkı” şeklinde tezahür etmiştir. Buna karşılık, sömürge dışı bağlamda uluslararası toplum genellikle devletlerin toprak bütünlüğünü üstün tutar ve halkların taleplerinin o devlet içerisinde çözülmesini öngörür.

Nitekim 1970 BM Dostane İlişkiler Bildirisi, bir ülkedeki tüm halkların ayrım gözetilmeksizin temsil edilmesi gerektiğini vurgulayarak, bu sağlandığında toprak bütünlüğünün ihlal edilemeyeceğini belirtir. Günümüzde azınlık veya etnik grupların kendi kaderini tayin talepleri çoğunlukla özerklik, yerel yönetime katılım, dil ve kültürel haklar gibi içsel çözümlerle karşılanmaya çalışılır. Uluslararası hukukun yazılı kaynaklarında tek yanlı ayrılma (secessio) hakkı açıkça tanınmamış; ancak bazı hukukçular, aşırı baskı ve temsil edilmezlik durumlarında “onarımcı ayrılma” teorisiyle istisnai bir dışsal kendi kaderini tayin imkânı olabileceğini öne sürmüştür. Yine de bu görüş sınırlı destek görür ve genel kanı, dekolonizasyon dışında kalan durumlarda halkların ancak içsel kendi kaderini tayin hakkını kullanabileceği yönündedir.

Öcalan’ın çağrısı ve PKK’nin ateşkesi, uluslararası hukuk bakımından bakıldığında Kürtlerin hak arayışını dışsal egemenlik iddiasından içsel çözüm yoluna evriltmektedir. Türkiye Cumhuriyeti hukuku, ülkenin bölünmez bütünlüğü ilkesine dayanarak ayrılıkçı girişimleri en ağır suçlar arasında saymış; PKK’yi terör örgütü kabul ederek askeri yöntemlerle bastırmaya çalışmıştır. Gelinen noktada, silahlı mücadeleden vazgeçilmesi Türkiye’nin egemenlik ve toprak bütünlüğüne saygının bir ifadesi olarak görülebilir. Bunun karşılığında, çözümün demokratik siyaset zemininde aranması gerekecektir. Öcalan, silah bırakmanın “demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirdiğini” ifade etmiştir.

Suriye’de ise 2025 yılı Mart ayında, iç savaşın etkileri ve uluslararası baskılar sonucunda, Kürtlerin öncülük ettiği kuzeydoğu bölgesinin statüsü konusunda önemli bir anlaşmaya varıldı. Yıllardır fiilen özerk bir yönetim sürdüren Suriye Demokratik Güçleri (SDG), Suriye merkezi hükûmetiyle uzlaşarak kendi kontrolündeki bölgelerin tekrar devlet otoritesine entegrasyonunu kabul etti. Anlaşma gereğince Kürt toplumu Suriye devletinin asli bir unsuru olarak tanınacak, vatandaşlık ve kültürel hakları anayasal güvence altına alınacaktır. Ayrıca, kuzeydoğu Suriye’deki tüm sivil ve askeri kurumlar, sınır kapıları, havaalanları ve petrol sahaları merkezi yönetime devredilecektir.

Bu mutabakat, Suriye’nin egemenlik ve toprak bütünlüğünü korurken Kürtlerin taleplerini devlet yapısı içinde karşılamaya yönelik bir içsel kendi kaderini tayin düzenlemesi olarak görülebilir. SDG’nin Suriye ordusuna katılmasıyla, özerk yapının yerini merkezi yönetimle bütünleşmiş bir düzen alacaktır.

Öcalan’ın çağrısı ve PKK’nin ateşkesi, Türkiye’de yaklaşık 40 yıldır süren çatışmayı sona erdirerek Kürt meselesini barışçıl siyasete taşıma potansiyeli taşımaktadır. Benzer şekilde, Suriye’de SDG’nin devlet kurumlarına entegrasyonu, bir iç savaş dinamiğinin önemli bir boyutunu yatıştırarak Suriye’nin yeniden egemen birliğini tesis etme ve Kürtlerin haklarını anayasal çerçevede güvenceye alma girişimidir.

Uluslararası hukuk ilkeleri ışığında, Kürt meselesinin çözümü için şekillenen bu yeni süreç, içsel kendi kaderini tayin hakkının etkin işletilmesine dayanmakta olup; hem devletlerin bütünlüğünü hem de Kürt halkının hak ve kimliğini korumayı hedefleyen dengeli bir yaklaşım sunmaktadır. Bu sürecin başarılı olup olmayacağı, tarafların iyi niyetine ve varılan mutabakatların uygulanmasına bağlı olacaktır.

Peki, İçsel Kendi Kaderini Tayin Hakkı Kürt Sorununu Çözecek mi?

İçsel kendi kaderini tayin hakkı, bir halkın mevcut devlet sınırları içinde kültürel, ekonomik ve siyasi haklarını kullanabilmesini ifade eder. Teorik olarak, Kürt meselesinin çözümü için özerklik, dil ve kimlik haklarının tanınması, demokratik katılım mekanizmalarının güçlendirilmesi gibi adımlar içsel kendi kaderini tayin hakkı kapsamında değerlendirilebilir. Ancak bu hakkın Kürt sorununu tamamen çözüp çözemeyeceği, devletlerin reform iradesine ve uygulama süreçlerine bağlıdır.

Eğer Türkiye ve Suriye’de devletler, Kürtlerin siyasi temsiline, anadilde eğitime, yerel yönetimlerde güçlü bir rol üstlenmelerine ve kültürel kimliklerini özgürce yaşamalarına yönelik adımlar atarsa, içsel kendi kaderini tayin hakkı Kürtler için tatmin edici bir çözüm olabilir. Ancak bu hak yalnızca kağıt üzerinde kalır ve uygulamada çeşitli kısıtlamalarla karşılaşırsa, Kürtler mevcut sistem içinde de kendilerini dışlanmış hissedebilirler. Bu durumda, içsel kendi kaderini tayin çözüm üretmek yerine yeni krizlerin ve gerilimlerin kaynağı haline gelebilir.

Sonuç olarak, Kürt sorununun nihai çözümü, devletlerin Kürtlere yönelik yaklaşımına, demokrasiye ne kadar alan açtıklarına ve toplumsal barışa yönelik samimi çabalarına bağlıdır. Eğer içsel kendi kaderini tayin hakkı gerçek anlamda uygulanır ve Kürtler demokratik süreçlere tam anlamıyla entegre olursa, bu hak sorunun çözümünde önemli bir rol oynayabilir. Ancak, hakların tanınması geciktirilirse veya sadece sınırlı düzeyde sunulursa, Kürtlerin memnuniyetsizliği sürebilir ve uzun vadede daha derin çatışmalara zemin hazırlayabilir. Dolayısıyla, bu sürecin kalıcı bir barışa evrilebilmesi için sadece hukuki düzenlemeler değil, toplumsal uzlaşı ve siyasi kararlılık da gerekmektedir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Murat AKBAŞ Arşivi
SON YAZILAR