Zeynel Hebun Güler

Zeynel Hebun Güler

     Kirazkuşu

     Kirazkuşu

Açtım gözlerimi dışarıdan gelen kuşların sesiyle. Yatağımdan çocuksu bir mutlulukla kalktım; çünkü kulağıma dolan kuş seslerinin içinde aylardır özlemini çektiğim bir ses vardı. Evet, yanılmıyordum kirazkuşunun sesiydi bu. Kirazkuşu demek yazın geldiğinin belirtisiydi çocukluğumdan beri benim için. Kirazkuşu geldiği zaman yılın son yağmurları yağmaya başlar ve güneş gerçek yüzünü gösterirdi yavaş yavaş.

zeynel-hebun-guler.jpg

 Hızlıca yatağımın kenarındaki yıpranmış, siyah terlikleri ayağıma geçirerek merdivenleri inmeye başladım. Heyecanla kapı kolunu çevirdim. Kapıyı açtığım gibi belli etti kendini evin dört duvarı ile bahçenin özgürlüğü arasındaki tezatlık. Terliklerimle eşiğe ilk adımı atmamla birlikte serin ve taze bir hava vurdu yüzüme. Havanın moleküllerinde cennetten gelen toprak kokusu saklıydı sanki. Bir parça tohuma can veren ve tüm dünyayı besleyen toprak, cennet dışında bir yerden gelmiş olamazdı nasıl olsa. Cennet denen yer evimin bahçesi olmalı diye geçirdim bir an içimden. Ya da daha sonra anladığım şekliyle insanın mutlu olduğu yerdi cennet ve belki de ben doğayla iç içeyken mutluydum. Çünkü ben, modernleşen(!) dünyada ilk adımını beton yığınlarına atan çocuklardan değildim. Ağaçların içinde geçmişti çocukluğum ve bizim kültürümüzde büyük bir yeri vardı toprağın, doğanın. Bu yüzdendi doğaya olan sevgim. Sonuçta her ne kadar gerçek olmasa da büyüklerimiz göbek bağımızı bile toprağa gömerlerdi, gömüldüğü yerde geleceğimizin şekillenmesi umuduyla. Belki bir bâtıl inançtı bu ama yine de bir umuttu toprak.

 Bizim kültürümüzde toprağın ve doğanın umutları yeşertiçi bir yanı vardı. Ama zamanla unuttu bunu insanoğlu. Ben ise tüm bunlara sırtımı dönerek hep sevdim doğayı; çünkü onun içinde farklı bir benlik bulmuştum. Bu düşünceleri bir yana bırakıp yine başladım yüzüme vuran havayı içime çekmeye. Toprak kokusuyla doldu ciğerim. Aldığım her nefeste yeni bir dünya filizlendiriyordu sanki zihnimin içinde. Gözlerimi kapatıp etrafı dinlemeye koyuldum. Ormanlar, kuşlar, gürül gürül akan çağlayanlar uğrar oldu bir an zihnime ve en önemlisi de kirazkuşu vardı o seslerin içinde. Huzurun, yaz günlerinin geldiğini haber veren kirazkuşu yine gelmişti tam vaktinde. Bir süreliğine misafir olacaktı bahçeme ve bu benim için bahçemdeki şiirselliğin artması demekti.

 Gözlerimi açıp bir kere daha dönüp baktım etrafa. Bahçeme misafir olan göçebe kirazkuşunun sesi, yankılanıyordu dört bir yanda. Kuşlar birbirini kovalıyor ve âdeta her şeye rağmen koşuşturmak ve umutlu olmak gerektiğini hatırlatıyordu bana, tüm kötülüklere rağmen hayattaki o ince iyilik çizgisine sığınmak gerektiğini. Sağımda lanetlenmiş zakkumlar, lanetlendiklerinden habersiz dönmüşler yüzlerini güneşe ve âdeta dans ediyorlardı müthiş bir ahenkle. Bazen habersiz olmak gerekiyor dünyadan ve söylentilerden, zakkumlar bunu anlatıyorlardı bana. Zirâ temeli haset üzerine kurulu olan insani düşünceler, yeri geliyor doğayla bile uğraşmaya çalışıyordu. Zakkumların arkasında, üzerine Tanrı'nın parfümü sıkılmış menekşeler duruyordu mağrur bir edayla. Üzerlerinde uçuşan arılar, rüzgarla boğuşuyor ve çiçeklerden aldıkları polenlerle sonsuzluğa kanat çırpıyor gibiydiler. Solumda ise benden daha çok yaşamış olan yılların vişne ve kiraz ağaçları duruyordu. Bir sağa bir sola sallanarak kuşların şarkısına hafif bir tempo tutuyorlardı sanki. “Doğa, aralıksız çalan bir orkestradır.” derdi dedem. Bir kez daha anlıyordum haklı olduğunu. Ağaçların arasındaki güller kırmızının en güzel tonuyla gülümsüyor gibiydiler bana. Onların da üzerinde uçuşan türlü böcekler doğanın tadını çıkarıyorlardı. Tüm bunları da bir çiçek buketi gibi eskimiş tahta çitler çevreliyordu. Karşımda gördüklerimle bahçem minyatür bir cenneti andırıyordu benim için.

 Bu güzel manzara tam karşımda dururken aklıma bir şeyler takılıyordu: Tüm bu güzellikler bahşedilmişken insanoğluna, neden dünyada kötü bir enerji dolaşıyordu? Neden hep daha fazlasını istiyordu insanlar? Arı daha hızlı olmayı ister miydi mesela yâhut gül daha kırmızı olmayı? Her şey elindekiyle yetindikçe güzeldir bana kalırsa, bunun en güzel örneğiydi doğa. Ama düşündükçe daha iyi anlıyordum ki insan denen varlık aslında doğanın kötü bir kopyasıydı.

  Apansız gelen ve kurşun sesini andıran bir gürültüyle yerimden şıçradım. Şok geçirmiş gibi çevreme bakmaya başladım. Dünya, daha henüz güne merhaba demişken ne olabilirdi ki bu ses? Evet, bunun kurşun sesi olduğunu anladım, bahçenin tam ortasına düşen kirazkuşunun son çığlığıyla...

-Zeynel Hebun Güler


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Zeynel Hebun Güler Arşivi
SON YAZILAR