Mustafa Nesim Sevinç

Mustafa Nesim Sevinç

Kasabalı Olduk 3

Kasabalı Olduk 3

Yazımın 1 ve 2. Bölümlerinde, kasaba kültürünün gelişmesinden bahsetmiştim. Bu bölümde ise kasaba kültürün Türkiye üzerindeki etkilerini anlatıp yazımı bitireceğim.
Bölüm 3
Kentlerdeki “egoları” nedeniyle uzlaşamayan, bir araya gelemeyen kentliler, azınlığa düşecek kadar, kentlileri düşman bir sınıf olarak gören, kendi çıkarlarını ön plan da tutan kasabalı kültürüne alanı kaptırmıştır.
Peki, Türkiye bir köy müdür? Türkiye’de Kentleşme oldu mu? Gerçek anlamda kaç kent vardır?
Bana göre, Türkiye’de tam anlamıyla bir kentleşme gerçekleşmedi. Türkiye’de köy, ilçe, il olarak ayrılan yönetimsel birimler sadece isimlerden ibarettir. Önceden kentleşmiş bölgeler bile “kasaba” durumuna dönüşmüştür. Son 40-50 yılda Türkiye’de kentleşme yerine, kasaba kültürünün yerleşmesine yönelik çabalar harcanmıştır.
Türkiye’de siyasi yöntemlerle tanımlanan kentler, kültürel olarak kentleşmemiş, yani “büyük köy” veya “kasaba” kültürünü sürdürürken, kentlerin “yapılaşması” bile kasaba kültürüne göre şekillenmiştir. Ayrıca “her ile bir üniversite” sloganı kabul görüp uygulama koyulduğun da, Türkiye’nin hedefine “kasaba kültürü” ile devam edeceği anlaşılmıştı.
Şu anda “her il’de bir üniversite olmasın mı?”ilçelerde bile olması lazım, dediğinizi duyuyormuş gibi hissediyorum.
Haklısınız! ama üniversitelerin alt yapısı olamadan sadece okul açmak yeterli değil. Ortaylı’dan bazı alıntılar yapayım.
“…Çok partili dönemin en büyük hastalığı, öğrencileri yerinde okutmaktır…”
“…Okulların seviyesini düşürdüler ve insanları kasabada tutmaya odaklandılar. Bunu düşman bile yapmaz…”
“…'Ben bunları kasabada tutayım da, gözleri hayata kapalı kalsın,' diye bir düşünce, kolonici zihniyetin bile aklından geçmez. Bunu kim düşünür? Kasaba insanlarının basit mantığına hitap etmeyi hedefleyen politikacılar düşünür…”
“…Kasabalı olmak ayıp bir şey değildir... “
“…Çünkü öğrencilerini doğru dürüst okullarda okutuyorlar ve okutmuşlar. Şimdi kötü okuldan, yetişmiş insan çıkar mı?...”
Türkiye’nin tüm kentlerin de yaygın bir “kasaba kültürü” olmuş durum da. Maalesef, İstanbul’un bile eski kent kültürünün kasabalaştığı ve Ortadoğu etkilerini taşıdığı görülüyor.
Kasaba kültürünün yapısının ve bazı özellikler, birçok çıkmaza yol açabiliyor. Bu çıkmazların küçük bir kısmını aşağıdaki gibi sıralayabilirim.
  • Türkiye’de 1950’lerden beri kentlere yönelik göçün hız kazanmasıyla kasaba kültürü kentlerde yaygınlaştı ve yerleşti. Kasabalılar, kentlerin boşluklarını doldurarak kentlilere baskı kurmaya başladırlar.
  • Kasaba kültürünün, “Bende yok, sendede olmasın” felsefesi ile “iyiyi örnek alma” yerine, herkesin “yoksullukta eşitlenmesi” gibi gelişmeyi engelleyen topluluklara dönüşmesi bir sorun haline geldi.
  • “Ayrışmayı”, “paylaşmanın” önüne koyan küçük, orta ve büyük işletmelerin rakiplerine oranla küçük ölçekte kaldığını, “teknoloji yenileme” ve “çağdaş yönetim” tercih etmedikleri için mevcut ölçekleri ile “rekabet” edebilir işbirliği ve ortaklıklar kurmasının zorlaştığını görüyoruz.
  • Toplumun yararına olanı benimsememek ve “Cehalet konforunu” bozmamak “verimliliği” engelleyen bir etken oldu.
  • Makamı, mevkii ne olursa olsun, kasaba kültürünün baskın olduğu bireylerde, “tek doğru benim bildiğim” anlayışı egemen olurken, ötekini “şeytanlaştırma ve düşman yaratma” eğilimi güçlüdür.
  • Liyakatsiz yöneticiler, kasabalı patronlar, verimsiz çalışanlar ve sözüne güvenilmeyen, “çıkarına göre şekil değiştiren” insanlar, niteliksiz siyasette, sloganların ve tabelaların arkasında boş işlerde bu kasaba kültürün etkisi altındadır.
  • Şu an nereye giderseniz, ne yaparsanız yapın, bu kasaba kültürü ile karşı karşıya geliyorsunuz veya geleceksiniz. Siyasette, medyada, iş yerlerinde, sokakta, kısacası her yerde varlar ve sürekli kent alanlarını daraltmak için çaba sarf ediyorlar.
  • Hak etmeden elde edilen her türlü varlığa “nasibim” demek suretiyle meşrulaştıran zihniyet, “İnsanların başkalarının haklarını çalmayı kendi nasibi olarak görmeleri oluşturdu”. Başkalarının haklarını açıkça çiğnediği durumlara bile “Bu benim nasibimdir” diyebilen bir zihniyet, yasalarını ve yönetmeliklere aykırı davranmaya kadar toplumsal düzeni bozan bir etkiye sahiptir. Bugün kasaba kültürünün egemen olduğunu görüyoruz. Ancak kasabalı kafa yapısı, ne yazık ki, kentliler tarafında tam anlamıyla anlaşılmamış gibi görünüyor.
Uygarlığın, kültürün belirleyici odağı olması gereken kentler, kendi sanayi ve sermayesinin kaynağını ne oranda etkiler? Kentlerin Yönetim Biçimine etkisi nedir? Eğitim yönünü ne kadar saptarlar? Kendi yaşamlarını düzenleme konusundaki dışa bağımlılıkları nedir? Kültürsüzleşme, bir grup insanın başka bir kültürle etkileşim sonucu, kendi kültürünü değiştirmesi, hatta kaybetmesi olayını ifade eder.
Kent ekonomileri ve yaşam biçimleri bakımından, ülkenin geri kalanına yabancı olabilirler. Kentler, genellikle “kültürsüzleşmiş” bir toplumun parçasıdır. Aslında kent olarak nitelendireceğimiz yerler, kasaba özelliklerine sahip yerleşim birimleridir. Uzun süre boyunca, kasaba kültüründen kaynaklanan siyasi avantajlarla iktidara gelindiğini gözlemleyen kasabalı politikacılar bu yaklaşımı en güçlü ve tutarlı olarak görüyorlar. Bu anlayış, bütün siyasal kurumlar etkiler. Kasaba kültürüne karşı farklı bir anlayışın siyaset sahnesinde yer bulamayacağına inanarak, bu anlayışı takip ederler. Sonuç olarak, politika kasaba kültürünün etkisi altında kalır ve kasabalı politikacılar tarafından yönetiliriz.
“Rantiye kapitalizmi”, kasaba kültürünü bayağılaştırarak ve yandaşlarına rant yaratma isteğiyle kendi kentlerini inşa ediyor. Kaynakları etkin ve verimli bir şekilde kullanmanın önündeki büyük engel, kasaba kültürünün aşılamamış olmasıdır. Bir toplumda veya toplum bir katmanında hangi kültür baskınsa, o kültürün değerleri geçerlidir. Yaşam tarzı ve anlayış bu değerlere göre şekillenir.
Hoffer yine okuyor, yürüyor, düşünüyordu. Aklına bir şey takılmıştı: “Tarihte büyük eser yaratan kişiler, hep büyük kentlerde ortaya çıkmışlardı. Yaratıcı kişiler köyde, ormanda, kırda, dağ başlarında ortaya çıkmıyorlardı. Nasıl çıksın ki; yabancı şeylerin hoş karşılanmadığı ortamda ne yaratılabilir ki? İnsan kentte insanlığını bulmuştur. Kent olmaksızın insan da bir şey değildir. Ancak ne var ki insanı kokuşturan, dejenere eden de kenttir. Eğer biz kentlerimizi yaşayabilir ve yaşanabilir kılmazsak bazı büyük ulusların ölümünü görebiliriz” diyordu Hoffer.
Kasaba kültürünü güçlendiren şey modernizmin estetik rahatlığı değil, “hukuksuzluk”, “plansızlık”, “eşitsizlik” gibi faktörlerdir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Nesim Sevinç Arşivi
SON YAZILAR