Aptal Puma Sendromu
Hayvanlar âlemi, insanoğluna çoğu zaman önemli dersler sunar. Bunlardan biri de pumanın avlanma stratejisinden esinlenilerek adlandırılan “Aptal Puma Sendromu”. Pumalar “Avlarından gelecek enerji > avlanırken kaybedilen enerji” denklemini kurmaya çalışırlar. Yani avlanma sürecinde, enerji harcamalarının verimliliğine odaklanır. Bu denklemi şu basit şekilde açıklayabiliriz: Avdan elde edilecek enerji, avı yakalamak için harcanan enerjiden daha fazla olmalıdır. Eğer bir puma, avından elde edeceği enerjiden fazlasını harcamaya başlarsa, avı yakalamadan süreci sonlandırır. Bu strateji, enerjisini koruyarak yeni bir fırsat peşinden gitmesine olanak tanır.
İşte “Aptal Puma Sendromu”, bu biyolojik çıkarıma dayanarak insanların verimsiz çabalarını simgeler. Kısacası, “boş işlere fazla enerji harcama” durumunu ifade eder. Harcanan emek ile kazanılan sonuç arasındaki dengesizlik, kişilerin moral ve motivasyonunu derinden etkiler. Sürekli çalışmak ama bir türlü beklenen sonuca ulaşamamak, bireysel hayattan toplumsal süreçlere kadar genel olarak karşılaştığımız bir durumdur.
Bu kavramı güncel siyasi tartışmalara uyarladığımızda, verimlilik kavramının özellikle toplumsal barış süreçlerinde ne kadar kritik olduğunu görebiliriz. Türkler ve Kürtler arasındaki “barış süreci” adı verilen yeni gündemin, Aptal Puma Sendromu’na dönüşmeyeceğini umuyorum. Çünkü bu süreçte harcanan enerji ve emek, toplumsal barışa giden yolda somut kazanımlar yaratmadığı takdirde, insanların umutlarını ve motivasyonlarını tümden yitirmelerine yol açabilir.
John Stuart Mill’in demokrasi anlayışına baktığımızda, halkın yönetim üzerinde denetim ve sorgulama hakkına sahip olmasının özgürlükleri koruma konusundaki hayati rolünü görüyoruz. Mill, demokrasiyi yalnızca iktidar arzularını tatmin etmenin bir aracı olarak görmez. Tam aksine, bireylerin kamusal karar alma sürecini sorgulaması ve güçlün kötüye kullanılmasını engelleyen “anti-majoriteryen” yapıları destekler.
Peki, bu noktada şu soruyu sormak gerekiyor: Hiç yönetilmemek mi yoksa kötü yönetilmek mi daha iyidir?
Geçmiş diktatöryal rejimlerin acı hatıralarından kaçarken, demokrasiye şartlarını yerine getirmeden yapılan bir geçişin yeni sorunları beraberinde getirdiğine tanık olduk. 12 Eylül faşizmini arayacağımı düşünmezdim, ama bazen görmezden gelinen sorunların kökleştiğini fark ediyorum. Görmezden gelmek sorunları bitirmiyor; aksine, daha da büyüyerek geleceğin enerjisini tüketiyor.
İşte bu yüzden, toplumsal meselelerde ve köklü dönüşümler gerektiren süreçlerde Aptal Puma Sendromu’na düşmemenin önemini anlamalıyız. Boş çabalar yerine, daha akılcı ve planlı adımlarla ilerlemek, toplumu bu kısır döngülerden kurtarabilir. 2025’e kadar bekledik, belki de gerçekten geçiş sürecinin olumlu yanlarını görebilmek için gereken bu kadar zamandı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.