Müslüm Üzülmez

Müslüm Üzülmez

İşimiz Zor

İşimiz Zor

İşimiz Zor

Müslüm Üzülmez

“Tüm zaferlerin sırrı, öngörülmeyenin öngörülmesindedir.” –Marcus Aurelius

Amerika merkezli bir çağa girdik.

ABD’nin dünya hükümdarlığı Sovyetler Birliği’nin 1991’de çöküşüyle başladı. Bu çöküşle, ABD dünyanın tek küresel gücü ve uluslararası sistemin de merkezi haline geldi.

1945’lerden sonra yaşanan Soğuk Savaş, ABD-Sovyetler Birliği rekabetinden ziyade küresel bir çatışmaydı, Dünyanın ve özelliklede Avrupa’nın paylaşımı ve nüfus etmenin bir kavgasıydı. Bu savaş bugünde değişik boyutlarda başka bir şekilde devam etmektedir: ABD’nin stratejisi savaş ve ekonomik çıkara/gelişmeye odaklıdır. Geçtiğimiz günlerde ABD Savunma Bakanı James Mattis ülkesinin yeni ulusal savunma stratejisini açıklarken önceliğin “terörizm değil Çin ve Rusya gibi güçlerle rekabet” olduğunu çok açık bir şekilde açıkladı. (20.01 2018)

Bugün ABD uzaya yerleştirdiği uydu ağı ve okyanuslara, denizlere konuşlandırdığı deniz gücü, dünyanın değişik yerlerine kurduğu askeri üs ve tesislerle her yeri gözlüyor ve dinliyor. Birçok ülke ve şirket yöneticisi ya da temsilcisi, doları kıble bilen çok sayıda ‘seçkin’ emrinde. Kendisine sürekli istihbarat, enerji ve para akıyor. Çıkarına ters, istemediği bir gelişme karşısında veya gerek duyduğu bir anda hemen harekete geçip müdahale ediyor. Ne de olsa kesesi dolu, karnı tok, kulağı delik, kolu uzun, sopası sağlam.

En ilginç olanı ise günümüzde ABD’nin ekonomik, sosyal, kültürel, teknolojik olarak özenilen, taklit edilen, ama politik olarak suçlanan, kınanan ve hatta nefret edilen bir ülke oluşudur.

Yakın dönemdeki gelişmeleri incelediğimizde ABD’nin savaşı kazanma diye bir derdinin olmadığını, onun tek derdinin rakibi olan veya olacak olan karşı tarafta karmaşa yaratmak ya da karşı tarafın bir güç olarak ortaya çıkışını engellemek olduğunu görürüz: Küresel güç ve uluslararası sistemin merkezinde olmasından dolayı şimdi 21. yüzyılı kendine göre tasarlamaya çalışıyor.

ABD demokrasi vaadiyle girdiği yerlerde sorunları çözme talebinde de bulunmaz, çözümsüzlüğü kronikleştirip istikrarsızlık yaratma stratejisi uygular. Askeri olarak girdiği veya müdahale ettiği tüm ülkelere baktığımızda bunu rahatlıkla görebiliriz: Afganistan, Irak, Suriye, Libya gibi ülkelerin tümünde her gün bombalar patlıyor, karışıklık ve çatışma egemen durumda. Müslümanlar çeşitli etnik ve mezhepsel taraflara bölünmüş olarak birbirilerini sürekli boğazlayıp öldürüyor, kan ve gözyaşı akışı hiç eksik olmuyor. (Burada asıl suçlu ABD’den çok ülkelerine müdahale ortamı hazırlayan bencil yöneticiler/ diktatörlerdir.)

Küresel güç ABD ile birlikte hareket eden gelişmiş Avrupa ülkeleri ve bunların dışında birer bölgesel güç olan Rusya, Japonya ve Çin de aynı bencil yaklaşımı gösteriyor, var olan sorunları çözmede istekli ve dürüst davranmıyorlar. Bu çıkarcı anlayışın sonucu dünya genelinde sorunlar her geçen gün katlanarak çoğalıyor ve buna paralel demokratik hak ve özgürlükler sürekli zemin kaybına uğruyor. Gelişmeler çok ciddi bir vaziyet almış olacak ki, her yıl İsviçre Alpleri’nde 23-26 Ocak tarihlerinde düzenlenen zenginler kulübü olarak bilinen Dünya Ekonomik Forumu-Davos toplantısının ana teması bu yıl “Parçalanan Dünyada Ortak Gelecek Oluşturmak” olarak belirlendi.

Günümüzde mevcut uluslararası ilişkilerde, daha doğrusu diplomaside geçerli tek kural, sadece ve sadece, menfaatçi bir anlayışla ekonomik çıkarların esas alındığı gerçeğidir. Demokrasi, insan hakları, ulusların kendi kaderlerini belirleme hakkı, eşitlik, adalet… bunlar mikrofonlara konuşulan ve gazetelere verilen güzel demeçler, hoş ama boş sözler. ABD- Türkiye, Almanya-Türkiye, Fransa- Türkiye, İngiltere-Türkiye, Rusya-Türkiye ilişkilerine birde bu gözle bakmak lazım. Kudüs bahane edilerek bir sürü laf edilmesine karşın Türkiye’nin İsrail’le ekonomik, ticari ve askeri ilişkilerini yoğun bir şekilde sürdürmesi buna iyi bir örnektir. Küresel ve bölgesel güç olan ülkelerin Kürtlerle ilişkilerini de bu bakış açısıyla değerlendirmek gerekir.

“Bulanık suda balık avlamak için önce suyu bulandırmak gerekir” derler. Doğrudur. Ortadoğu her anlamıyla bugün sıcak bir savaş alanına döndü. Taraflar ellerindeki ve yedeklerindeki imkân ve silahlarıyla kıran kırana savaşıyor. Bu yangının ortasında bulunan Kürtler, İsmail Beşikci’nin tanımlamasıyla bir statü elde etmenin, anti-Kürt ittifak ise Kürtlerin hak arayışını durdurmanın mücadelesini veriyor. Bölge ile ilgili ve dünya genelinde ki gelişmelere, daha doğrusu yaşananlara baktığımızda, ABD, Rusya ve Avrupa devletleri her zamanki gibi Kürt ve Kürdistan politikalarını Kürtlerin yaşadığı her bir ülkenin çizili sınırları içerisinde ve de ülkelerin bir iç sorunu olarakhapsetme politikasında direniyor. Ortadoğu’da süren savaş öngörülmeyen sonuçlara kapı aralar mı? Bilmiyorum.

Bildiğim, olaylar çok hızlı gelişip değişkenlik gösterse de olaylara her zaman jeopolitik bir açıdan bakmakta yarar olduğudur. Stratejiler jeopolitik duruma, uluslararası dengelere ve bölgesel dinamiklere göre belirlenmeli, çünkü bir ülkenin ya da ulusun stratejisi o ülkenin ya da ulusun geleceğinin istikametini belirler.

21. yüzyılın geçmiş yüzyıllardan biçim ve öz bakımından çok farklı olacağı aşikâr. Gidişat bu yönde; ölçeği, kapsamı ve karmaşıklığı bakımından büyük ve hızlı bir dönüşüm yaşanıyor. Her şey hiçbir zaman olmadığı kadar çok hızlı gelişiyor, radikal bir şekilde mevcut yapıları baştan aşağı değişime zorluyor. Fiziksel, dijital ve biyolojik alanlarda teknolojiler iç içe geçip bir birilerini güçlendirerek önü açık bir vaziyette süratle yol alıyor.

16. ve 18. yüzyıllarda dünyada gelişen tüm gelişmeler ve olaylar (olumlu-olumsuz) Avrupa’nın etkisinde kalmış ve gücünden etkilenmişti. 18. ve 19. yüzyılda ise Avrupa kapalı toplum ve ekonomilerden çıkışın kapısını araladı ve sonrasında da Emperyalizm tek bir dünya yarattı. Günümüzde dünyamızın artık küresel bir köye dönüştüğü söyleniyor.

Dünyamız küresel bir köye dönüştüyse eğer; bizlerde düşüncelerimizi, programlarımızı, stratejilerimizi, eylemlerimizi küresel boyutta tasarlamak zorundayız ve ortak geleceğimiz için ortak hareket etmeliyiz.

Emperyal güçler, çok uluslu şirketler, ulus devletlerin egemenleri sürekli bastırıyor, dikensiz gül bahçesinde kendilerini görüyorlar. Bunlara nasıl dur diyeceğiz?

Başarmak için neyin gerekli olduğunu bilmek çok önemli bir şeydir, başarmak ise başka bir şeydir. İşimiz zor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Müslüm Üzülmez Arşivi
SON YAZILAR